Skip to main content

Çanlar İklim Değişikliğiyle Kolektif Mücadele İçin Çalıyor | İstanbul - BİA Haber Merkezi

İklim değişikliği yüzünden başat çivilerinden birisi çıkmak üzere olan yerküreyi yeniden sağlam bir temele yerleştirmek, bilinçli bir dünya vatandaşlığını ve dünyanın ortak geleceği için sorumluluk taşıyabilmeyi gerektiriyor.

Küresel düzlemdeki öncelikler ekonomik krizle başa çıkma çizgisine yönelmişse de, çevreyi olduğu kadar ekonomik dengeleri de doğrudan tehdit eden küresel ısınma karşısında alınacak önlemler gündemdeki yerini halen korumakta... Öte yandan, ABD'deki yeni Obama yönetiminin iklim değişikliği ile mücadele konusunda kendisinden umulan hız ve etkinlikte davranamaması, tüm umutları Aralık ayında Kopenhag'da belirlenecek antlaşma çerçevesinin sonucuna bağladı. Bu çerçevede, Temmuz ayı başında AB Dönem Başkanlığı'nı devralan İsveç'in, bu süreçteki liderliği ve "referans" olma niteliği, iklim değişikliği ile mücadele için sunulmuş altın bir anahtar adeta... 


Kısa bir arka plan bilgisi vermek gerekirse; İsveç ekonomisi, son yirmi yılda %50 oranında büyürken, aynı zamanda karbon salınımını %10 oranında, fosil yakıtlara bağımlılığı da önemli ölçüde azaltarak, bu yakıtları kullananlara dünyanın en yüksek karbon vergilerini uygulamıştır. İsveç, aynı zamanda 2001 yılının ilk yarısındaki Dönem Başkanlığı sırasında Kyoto Protokolü'nün yürürlüğe girmesi öncesi müzakereleri de yürütmüş ve Bush yönetiminin müzakerelerden çekilmesi karşısında Protokol'e hiçbir alternatif bulunmadığı konusunda ısrarlı ve "inatçı" bir tutum sergilemişti. Tarihin güzel bir cilvesi olsa gerek, şimdi de Kyoto'nun sona ermesi öncesi yeni bir çağın davranış kodlarını oluşturma görevi, yine İsveç'e yüklendi...
Titizlikle seçilmiş öncelikler listesinde "iklim değişikliği ile mücadele"ye ön sıralardan yer ayıran İsveç'in bu bağlamdaki başat hedefi, karbon salımlarını azaltma konusunda AB'nin eşgüdümlü bir şekilde düşünüp hareket etmesini sağlamak, ekonomilerin çevreci bir zemine kaymasını (eko-ekonomi) teşvik etmek ve sürecin ilgili diğer aktörlerini de (ABD ve Çin gibi) iklim değişikliği ile mücadele önlemleri konusunda ikna etmeyi başarmak... Bir diğer söyleyişle, "retorikle eylemi bütünleştirmek"; bu süreçte de kendi deneyimlerini örnek olarak sunarak hedeflerin gerçekçiliğini kanıtlamak... Bunun için de, Aralık ayında Kopenhag'da düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı öncesindeki hazırlık çalışmalarına büyük bir hız ve tutarlılıkla başlandı; 23 Temmuz'da Enerji ve Çevre Bakanları olağanüstü toplantısını gerçekleştirerek iklim değişikliği ile mücadelenin sürdürülebilirlik boyutları ele alındı. Dönem Başkanlığı'nın üzerinden henüz bir ay kadar kısa bir süre geçmesine rağmen, sürekli olarak Topluluk çıkarlarını gözeten bir politika güden İsveç, küresel ısınma gibi "küresel" bir sorunun çözüm arayışlarında da ortak aklı su yüzüne çıkarma gibi bir seferberlik arayışında...


Aralık ayında Kopenhag'da gerçekleşecek Konferans'ta, 2012 yılında yürürlükten kalkacak olan Kyoto Anlaşması'nın yerini alacak anlaşmanın temellerinin atılması planlanmakta... Bununla birlikte, ekonomik krizle mücadele önlemlerinin ön plana çıktığı bir konjonktürde, 27 AB ülkesini, sera gazı üretiminin 2020 yılına dek 1990'daki düzeyin %20'si (ve belki de %30'u) oranında azaltmak üzere işbirliğine ikna etmek, yoğun bir diplomasi ve çok boyutlu bir ikna stratejisi gerektirmekte... Zira, iklim değişikliği ile mücadele artık salt bir çevre koruma perspektifinden sıyrılıp, yeni ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik modellerini de gündeme getiriyor.


Öte yandan, Avrupa'da çevre bilinci ve iklim değişikliği ile mücadele konularında eşine az rastlanır bir hareketlilik ve aktivizm uzun süredir dikkat çekiyor. 4-7 Haziran 2009 tarihleri arasında gerçekleşen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, Fransa'da Daniel Cohn-Bendit ve Jose Bove öncülüğündeki Yeşil Parti'nin büyük bir sürpriz yaparak %16 oy oranını yakalaması, bunun en açık kanıtlarından biri... Küresel ısınma yüzünden bağbozumu tarihlerinin bile artık ötelendiği ve bu yüzden de ciddi kayıplara sebep olduğu bir ülkede, bu bilincin yaygınlık kazandığını görmek şaşırtıcı olmasa gerek...


"Bize ayrılan kürenin sonuna gelmemek adına", iklim değişikliği ile mücadele için böylesine küresel bir yönetişim geliştirilmeye çalışılırken, tüm aktörlerin de sürecin bir bileşeni olması ve bu rolünü benimsemesi gerekmekte... Keza, Uluslararası Araştırma Merkezi Binyıl Projesi'nin 2009 yılı raporunda, iklim değişikliğinin gelecek 10 yılda küresel istikrarsızlık ve şiddetin artmasına yol açabileceği uyarısında bulunulmuşken, sorunun tekil yöntemlerle çözülemeyeceği giderek açıklık kazanmakta...
Uluslararası sahnenin bir oyuncusu olan Türkiye ise, Kyoto Protokolü'nü gecikmeli olsa da 17 Şubat 2009 tarihinde imzalayarak önemli bir girişimde bulundu ve 26 Ağustos'ta Protokol'e resmen taraf olacak; ancak bu sürecin etkin adımlarla zenginleştirilmesi gerekiyor. Bundan sonra, artık, iklim değişikliğine karşı enerji politikalarının acilen revizyona tabi tutulması, Aralık ayında Kopenhag'da düzenlenecek Uluslararası İklim Değişikliği Konferansı öncesi sürecib yakından takip edilmesi ve buradan çıkacak çözüme katkıda bulunulması, sorunun değil çözümün bir parçası olmak için önceden kapsamlı bir eylem planının hazırlanması gerekiyor. Yoksa, Kyoto'yu imzalamak bir formaliteden öteye gitmemiş olacak.


Dünya Bankası'nın geçtiğimiz ay hazırlayıp sunduğu "Karbon Piyasası Eğilimleri - 2009" başlıklı Rapor'da ise, iklim değişikliğinin Türkiye'nin de dahil olduğu havzadaki sonuçlarının tahminlerden de daha kötü olacağı uyarısı dikkat çekici... Türkiye'nin Akdeniz kıyılarının kimi bölümünün fırtına taşkınları ve tuzlu deniz sularının yeraltı sularına sızmasından etkileneceği belirtiliyor; deniz seviyesindeki yükselmenin bölgedeki ana havzalar üzerindeki doğrudan etkisine işaret ediliyor.


5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde yapılan "Güçlerinizi Birleştirin" çağrısının benzerini, Türkiye'nin de iklim değişikliğiyle dolaylı ve doğrudan ilgili sektörlere ve ilgili taraflara benimsetmesi önceliklerinden biri olmalıdır. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TUİK) yayımladığı son "Seragazı Emisyon Envanteri'ne başvurulacak olursa, seragazı emisyonu 1990 yılına oranla %119 gibi rekor bir oranda artmış bulunuyor. 2007 yılı emisyonlarındaki en büyük pay ise %77 ile "enerji kaynaklı emisyonlar"a ait... . Aynı yılın karbondioksit emisyonunda en yüksek artış ise, enerji sektöründe gözlendi. Türkiye'nin İklim Değişikliğine Uyum Kapasitesinin Güçlendirilmesi Birleşmiş Milletler Ortak Programı2 kapsamında geçtiğimiz ay başlatılan Hibe Programı veya Bölgesel Çevre Örgütü (REC) Türkiye'nin başlattığı "İklim Dostu Kentler Kampanyası"3 gibi fırsatların iyi değerlendirilmesi, bu anlamda önemli... Çevre ve Orman Bakanlığı'nın2008 yılı başından bu yana Kyoto kriterlerine uygun ulusal eylem planları hazırlaması ve yenilenebilir enerjiye geçiş sürecinde uzmanlar ve çevrecilerin görüşlerine danışılacağının resmi ağızlardan teyit edilmesi de ümit verici diğer gelişmeler...


Amin Maalouf'un son romanı "Çivisi Çıkmış Dünya"ya (Le Déreglement du Monde) atfen, iklim değişikliği yüzünden başat çivilerinden birisi çıkmak üzere olan yerküreyi yeniden sağlam bir temele yerleştirmek, bilinçli bir dünya vatandaşlığını ve dünyanın ortak geleceği için sorumluluk taşıyabilmeyi gerektiriyor.(MT/EÜ)