Hassasiyetler yarışırken Erivan'da empati | Mensur Akgün | Referans
Ermenistan'ın Karabağ konusunda yakın bir gelecekte ilerleme kaydetmesi pek kolay değil. Karabağ, Ermeniler için Kıbrıs'a benziyor.
Umarız Karabağ takvimi de Türkiye-Ermenistan takvimine paralel işler. İlişkilerin normalleşmesi için yakalanan fırsat kaçırılmaz.
Türkiye, Ermenistan'la ilişkilerini normalleştirmek, sınır kapılarını açmak istiyor. Çok hevesli değil ama şartlar açılımı, sorunların çözümünü gerekli kılıyor. Bir yandan soykırım baskısı, yani 24 Nisan'ın Washington tarafından bir şekilde ve bir gün 1915 Ermeni soykırımını anma günü olarak benimsemesi endişesi, diğer yanda kapalı kapı siyasetinin hiçbir şeye yaramadığının idraki, Türkiye'yi Ermenistan ile ilişkileri geliştirmeye zorluyor.
Eminim ki Ankara'nın siyasi aklında çok daha ulvi nedenler de vardır. Büyük bir olasılıkla Hrant Dink'in ölümünden etkilenmişler, komşularla sorunların çözülmemesinin maliyetini fark etmişlerdir. Suriye örneği de mutlaka onlara ışık tutmuştur. Ama bu yüzden Azerbaycan ile ilişkileri germeyi asla göze almazlar, 10 Ekim'de iki protokol imzalayıp siyaseti malum muhalefetin eline bir koz daha vermezlerdi.
Ermenistan yönetiminin, Cumhurbaşkanı Sarkisyan'ın da kendince nedenleri olmalı ki kaybedecekleri belli bir futbol maçını bahane edip Cumhurbaşkanı Gül'ü Erivan'a davet etmezdi. Sonra da "Eyvah soykırım elden gidiyor" diye sızlanan, "Karabağ'da taviz vereceksiniz" diye kıyamet kopartan muhalefeti karşısına almazdı. Hatta protokollerle hâlâ pek çok Ermeni'nin içine sindiremediği sınırları hukuken tanımazdı.
Her iki taraf da şartlar gerektirdiği ve bir ölçüde de ilişkilerin normalleşmesinin elzem olduğuna inandıkları için, İsviçre'nin arabuluculuğuyla ve Amerika, Rusya, Fransa ile AB'nin kefaletiyle Zürih Üniversitesi'nde biraz da heyecan yaratan bir şekilde iki adet protokol imzaladılar. Kamuoylarını ilişkilerin geliştirmesine hazırlayacakları makul bir süre sonrasında da protokolleri meclislerinden geçireceklerini, geçirdikten en geç iki ay sonra da uygulamaya koyacaklarını taahhüt ettiler.
Protokoller kendi içinde bir denge oluşturuyordu ve sınırların açılması karşılığında Türkiye'nin beklentilerini karşılıyordu. Protokollerle Türkiye, Ermenistan'ın kendinden toprak talebi olmadığını kayıt altına alacak, açıkça ifade edilmese de soykırım konusunda bir alt komisyon kurulacaktı. Üstelik Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin gelişmesi Azerbaycan ile sorunların çözümüne katkıda bulunacaktı.
Ancak beklenen olmadı. Cumhurbaşkanı ile Dışişleri Bakanı'nın yaptığını Başbakan bozdu. Azerbaycan'a gidip "Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden biz sınırları açmayız" dedi. İsteseydi çok daha yumuşak konuşur, Azerbaycan'ı teskin etmeyi denerdi, ama nedense Başbakan kestirme yolu tercih etti. Bir kez daha Türkiye hakkında kuşkuların doğmasına yol açtı. Biz her ne kadar "Başbakan'ın bahsettiği Karabağ jenerik bir kelime, aslında iki ülke ilişkilerinde ilerlemeyi kast ediyor" desek de pek kimseyi ikna edemedik.
Erdoğan bir kez daha yaptığı ve bizim gibi dışarıdan bakan gözlemcilere tutarsız gelen açıklamasıyla Türkiye'yi bağladı. Paralel işlemesi gereken süreçlerin biri diğerinin önkoşulu haline dönüştü. Şimdi birilerinin jest yapması gerekiyor. Tıpkı Kıbrıs meselesindeki gümrük birliğinden doğan sorumluluklarımızı yerine getirmek ve tıkanan üyelik sürecini açmak için koşullarımızı teke indirgediğimiz gibi, Ermenistan meselesinde de hassasiyetlerimizi hafifletecek bir ilerleme bekliyoruz.
Fakat İstanbul Kültür Üniversitesi Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi GPoT'un Erivan'da proje ortağı Avrasya İşbirliği Vakfı ile düzenlediği toplantı vasıtasıyla görüştüğümüz başta Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan ve Cumhurbaşkanı Genel Sekreter Yardımcısı, aynı zamanda Türkiye olan görüşmelerin mimarı, Vigen Sargsyan'ın söylediği gibi, Ermenistan'ın da hassasiyetleri var. Karabağ'ın önkoşul olarak görülmesi, tarafların bu yıl içinde dokuz kez bir araya gelmesine karşın çözüm yolunda ilerlenmesini imkânsız hale getiriyor.
Türkiye için ideal olanı tabii ki bu süreç vasıtasıyla Karabağ sorununun çözümüne destek olmak, protokollerin Meclis onayını kaldıraç olarak kullanmak. Hatta sorun bu süreçle hiç ilgisi olmayan nedenlerle, kendi dinamikleri içinde çözülse dahi olur. İçeriden de dışarıdan da bakanlar krediyi bizim hanemize yazar. Ama çözülmezse Türkiye'nin düşünmesi, bu fırsatı kaçırmanın, kefilleri kendisinden yabancılaştırmanın doğru olup olmadığına karar vermesi gerekiyor.
Bana kalırsa bu fırsat kaçırılmamalı. Türkiye bir bahane bulup manevra yapmalı. Ermenistan'da geçirdiğim dört yoğun gün bana Karabağ konusunda yakın bir gelecekte ilerleme kaydetmenin pek kolay olmadığını, Karabağ'ın Ermeniler için Kıbrıs'a benzediğini bir kez daha gösterdi. Umarız Karabağ takvimi de Türkiye-Ermenistan takvimine paralel işler. Ancak işlemezse Ermenistan'ın sabrı taşmak üzere.
12 Ocak'ta Anayasa Mahkemeleri'nin prosedür gereği protokollerin anayasalarına uygunluğnda bir karar vermesi bekleniyor. Bu karar beklendiği gün ve şekilde çıkacssasiyetleri ağırlığını hissettirip, hakemlere, arabuluculara şikâyetle sonuçlanacak.
Diyeceksiniz ki ilişkiler gelişmese ne olur? Türkiye Ermenistan'la yapacağı ticaretten zengin mi olur? Soykırım tanınsa ne fark eder, tanınmasa ne fark eder? Amerika bize küser mi? Hayır ne Amerika küser, ne Türkiye zengin olur, ne de soykırımın bir ülke tarafından daha tanınması tazminat ya da toprak taleplerini gündeme getirir. Fakat yakalanan fırsat kaçar, en önemlisi de her iki ülkenin de tarihiyle barışması, tabularını yıkması, demokrasisini rasyonel temeller üstüne oturtması gecikir...