Skip to main content
mesut ozcan

Irak Dosyası | Prof. Dr. Mesut Özcan ile Irak'taki Güncel ve Yapısal Sorunlar Üzerine

Öncelikle görüşme talebimi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum. İlk olarak genel bir soruyla başlamak istiyorum. Biliyorsunuz Arap Baharı olarak adlandırılan isyan dalgasının üzerinden 9 yıl geçti ve 2020’ye girdiğimizde Lübnan, Cezayir, Sudan ve Irak’ta çeşitli protesto gösterilerine tanıklık ettik. Bu duruma sonradan “Arap Baharı 2.0” da denildi. Bunun Irak’a yansımalarını sormak istiyorum çünkü 29 Kasım’a gelindiğinde Başbakan Adil Abdülmehdi istifa etmek durumunda kaldı ve geçtiğimiz günlerde gösteriler yeniden alevlendi. Protestoların yoğunlaştığı bölgelerden, göstericilerin etno-dinsel kompozisyonu ile temel taleplerinden ve gösterileri 2011’den ayıran hususlardan bahsedebilir misiniz?

 

Arap Baharı olarak adlandırılan; Suriye, Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn ve diğer Orta Doğu ülkelerine yayılan gösterilerin Irak’a etkisi oldu tabii ama 2011‘deki gelişmelere baktığımız zaman bu etki diğer ülke örneklerinde olduğu kadar büyük çapta olmadı. Bunun en temel sebebi, Irak’taki yönetimin 2003’te zaten dışarıdan müdahale ile dönüştürülmüş, değiştirilmiş olmasıydı. Peki 2003 sonrasında Irak’ta çok istikrarlı bir yapı ortaya çıktı mı? Ne yazık ki hayır. Tunus, Mısır ve Libya’da 30-40 yıl süreyle iktidarda olan isimlerin değiştiğini gördük. Aslında bu değişim Saddam Hüseyin‘in 2003’te devrilmesiyle Irak’ta zaten gerçekleşmişti. Irak bu bakımdan diğerlerinden ayrılıyordu ama sonrasında yaşanan sıkıntılar nedeniyle ülke bir türlü istikrara kavuşamadı.

 

Geçen yıl ise çok ciddi toplumsal gösteriler meydana geldi. Daha önce de Irak’ta gösteriler oluyordu fakat geçen seneki gösterileri öncekilerden ayıran en temel unsur, gösterilerilerin daha bağımsız diyebileceğimiz genç gruplar tarafından yapılması ve göstericilerin Arap Baharı isyanlarında öne çıkan taleplere benzer şekilde bütün siyasi yapının dönüşmesini istemesiyle alakalıydı. Geçen seneki göstericilerin temel argümanları aslında on sene önce Arap Baharı’nda ortaya konan taleplerle benzerlik gösteriyordu: Yolsuzlukla mücadele, işsizlik, devlet kurumlarının daha işlevsel hale gelmesi, temel hizmet sağlanması gibi...

 

Tüm bunların aslında on yıl önce Tunus, Libya, Mısır ve Yemen’de ortaya konan taleplerle benzer talepler olduğunu görüyoruz. Ancak Irak’ta olanları diğerlerinden ayıran bir diğer temel özellik de bu gösterilerin büyük ölçüde ülkenin Şii kesimlerinde, Bağdat ve güney merkezli olmasıydı. Oysa 2003’ten itibaren Irak’ta yönetim değiştikten sonra Şii çoğunluğun siyasette ve devlet yönetiminde etkisini arttırdığı bir dönemi müşahede ettik ama devlet organlarındaki yolsuzluk, kötü yönetim, partizanlık gibi tartışmalar bitmediği için özellikle de gençler kendilerine yeni iş imkânlarının yaratılmadığını ve daha iyi eğitimli gençler bu noktada hak ettikleri karşılığı alamadıklarını düşündükleri için sokakları doldurarak bütün siyasi partilere yönelik bir tepki ortaya koydular.

 

Tabii ki bunlara bazı siyasi gruplar destek verdi ama genel olarak göstericiler, ülkedeki siyasal sistemin temelini oluşturan etnik ve mezhepsel kota sistemini (muhassasa) tümüyle reddettiklerini, dış müdahaleye karşı olduklarını ve Irak’ın özellikle de Amerika’yla İran arasında bir mücadele alanı olmasından rahatsızlık duydularını bir kez daha ifade ettiler.

Yeniden başlayan protesto gösterilerinin hemen öncesinde, Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih mevcut Ulusal İstihbarat Dairesi Başkanı olan Mustafa el-Kazımi’ye hükümeti kurma görevi verdi.  Kazımi’nin kabine listesinin meclisten geçmesiyle ülkede beş aydan fazla süredir devam eden hükümet krizi de sona ermiş oldu. Sizce yeni Başbakanın en öncelikli gündemi ve karşı karşıya olduğu başlıca zorluklar neler olacak?

 

Mustafa el-Kazımi aslında göstericilere belli bir ölçüde yakın duran bir isim. Zaten onların taleplerini dikkate alacağını gerek hükümet kurma süreci sırasında gerek hükümeti kurduktan sonra gerekse de Bakanlar Kurulu sonrasında yaptığı açıklamalarla ortaya koydu. Kazımi aynı zamanda sivil toplum ve gazeteci kökenli. İstihbarat Başkanlığı yaptı ama geldiği köken itibari ile aslında sivil toplumun bu taleplerine çok uzak bir isim değil. Bunun bir avantaj olduğu söylenebilir. Göstericilerin bu taleplerine cevap vermek zorunda çünkü çok ciddi gösteriler oldu ki sonucunda hükümet düştü. Gösteriler koronavirüs dolayısıyla durdu belki ama göstericiler hükümet kurulduktan hemen sonra hiçbir konuda taviz vermeyeceklerini göstermek için yeniden sokakları doldurdular.

 

Ancak Kazımi’nin, bir yandan göstericilerin taleplerine hakkıyla cevap vermek, diğer yandan hükümet kurmak ve parlementodan onay almak için göstericilerin bir numaralı hedefi olan siyasal sistemden ve oradaki katılımcılardan onay almak zorunda olması gibi bir sorunu var. Çünkü Fetih İttifakı’nın, Zafer İttifakı’nın, Kürt partilerinin veyahut da diğer Sünni hareketlerin onayını ve desteğini almaksızın parlementodan hükümeti ve kararları geçiremiyorsunuz. Böyle bir zorluk var. Bu sebeple çok ince bir çizgide yürümesi gerekiyor Mustafa Kazımi’nin. Ayrıca, Kazımi bu hükümetin zaten seçim hükümeti olacağını söyleyerek erken seçime gideceğini belirtti. Peki bir numaralı talepleri neydi göstericilerin? Göstericilerin öldürülmesi olayına karışarak suç işleyen kişilerin hesap vermesi. Buna yönelik hemen adımlar atacağını söyledi Kazımi. Burada atılacak olan adımlarla ilgili tartışmalar olacaktır, özellikle İran’a yakın bazı gruplar bundan rahatsız olacaklardır.

 

İkincisi, yolsuzluklar ve altyapıyla ilgili temel sorunların bir an önce çözülmesine yönelik adımlar atılması, Irak’ın bir çatışma alanı haline gelmesinin engellenmesi gibi öncelikleri olacak yeni Başbakanın. Bütün bunları yapmakla ilgili adımlar atarken Kazımi, bir önceki hükümetin karşı karşıya kalmadığı iki farklı zorlukla da karşı karşıya: Birincisi koronavirüs krizi. İkincisi de bununla bağlantılı olarak petrol fiyatlarının çakılması. Bu iki durum işleri bir hayli zorlaştıracak çünkü bazı yorumculara göre fiyatlar böyle seyretmeye devam ederse birkaç ay içinde maaşlar ödenemeyecek duruma gelebilir.

Öyle ki, ülke IMF’den yeniden destek almak zorunda kalabilir çünkü bütçe, petrol fiyatı 50-60 $ olacak şekilde baz alınarak yapılmış. Petrol fiyatı en son 20 $ seviyelerinden 40 $’a kadar yükseldi ve gün gün değişiyor. İlerleyen günlerde neler olacağını kestirmek güç ama petrol fiyatları mevcut seviyelerde oldukça Kazımi’nin bu durumu sürdürmesi ve aynı zamanda çok ciddi altyapı yatırımları yapması pek kolay olmayacak.

Irak’taki en temel sıkıntılardan bir diğeri de elektrik. Elektrik hizmetlerinin sağlanması konusunda İran’dan destek almak zorunda kalan bir ülkeden bahsediyoruz ve takip ettiyseniz Pompeo’nun yeni hükümeti tebrik eden açıklamasından sonra gelen ikinci açıklama; Irak’ın İran’dan 120 gün süreyle elektrik alımı dolayısıyla yaptırımlardan muaf tutulması yönünde oldu. Bu bile durumun ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Buna karşın bu tarz olağanüstü koşulların neden olduğu zorluklar halk tarafından anlayışla karşılanabilir ve halk bu konuda Kazımi’ye kredi açabilir ancak bunun da bir garantisi yok.

 

Kazımi’nin meclise sunduğu ilk kabine listesinde Türkmenlere yer verilmemişti. Bu da Türkiye’de haliyle bir çeşit şaşkınlık uyandırdı. Irak’taki Türkmen gruplar da buna en yüksek perdeden itirazlarını yönelttiler. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Başlangıçta kabine açıklanırken Türkmen bir isme kabinede yer verilmedi ama daha sonra kalan boş koltular için isimler açıklanırken Başbakan’a Türkmen bir devlet bakanı ataması konusunda parlamentoda yetki verildi. Bu konu Türkiye’nin sürekli gündeminde oldu ve Türkmenlerin Irak’ın birliği için mücadele eden bir topluluk olarak üst düzey görevlere gelmesi sürekli desteklendi. Türkmen davasına inanmış ve temsil ettiği toplumun haklarını savunmak için bir ismin Bağdat’ta görev alması Türkiye’nin memnuniyet duyacağı bir gelişmedir ve bu Irak’ın toplumsal bütünlüğüne de hizmet eder.

 

ABD Irak’ta çok ciddi meydan okumalarla karşı karşıya. Yakın zaman önce ABD, tam da bu durumun ayyuka çıktığı bir dönemde beklenmedik bir suikaste imza atarak 3 Ocak günü İranlı Kudüs Gücü’nün lideri Kasım Süleymani ile Ketaib Hizbullah’ın lideri Ebu Mehdi el-Mühendis’i hedef aldı. Bu hadisenin Irak’a yansımaları da oldukça ilginç oldu. İki gün sonra Irak parlamentosu toplandı ve ABD askerlerinin ülkeden çıkarılmasını öngören bir yasa tasarısını onayladı. Bunun hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığı söyleniyor çünkü Şii vekillerin evet oylarıyla salt çoğunluğun sağlandığı bu oturuma ne Kürt partileri ne de Sünni partiler katılım gösterdi. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mevcut durumda Irak, ne yazık ki bu çatışmanın bir alanı haline geldi ve Irak’taki pek çok aktörün en temel amacı Amerika’yla İran arasındaki bu rekabetin Irak’taki yansımalarını sınırlandırmak. Kasım Süleymani’nin ve Mehdi el-Mühendis’in öldürülmesi aslında İran’ın Irak’taki varlığına çok ciddi bir darbe vurdu. Sonrasında Mehdi el-Mühendis’in yerine kimin geçeceği ile ilgili epey tartışma oldu. Haşdi Şabi’nin yeni komutanı olan Abdülaziz Ebu Fedek’in Mehdi el-Mühendis’in yerini doldurabilecek bir figür olmadığı düşünülüyor. Özellikle de İran’dan hoşlanmayan Şii grupların bu atamalarla ilgili çok ciddi eleştirileri var ve Sistani’ye yakın 4 Haşdi Şabi grubu ayrıştı. İlerleyen süreçte bu grupların doğrudan Irak Başbakanlığının otoritesi altında faaliyetlerini sürdürmesi bekleniyor. Bu noktada, Haşdi Şabi’nin müstakil yapısının ve üzerindeki İran etkisinin sonlandırılması ve Haşdi Şabi gruplarının sadece maaş ve mali bakımlardan değil, idari komuta ve diğer yapılar bakımından da tam manasıyla Irak devletinin otoritesine geçmesi tartışılıyor.

Diğer yandan Amerika’nın Irak’taki varlığı ile ilgili tartışmaların bu ay görüşülmesi bekleniyor. Benim beklentim, ABD askerlerinin bazı yerlerden çekileceği fakat ülkedeki bir kısım ABD askeri varlığının da devam edeceği yönünde. Özellikle de IŞİD’in bazı yerlerde yeniden kendisini hissettirdiği bir dönemde ben Amerika’nın askeri varlığını azaltmakla birlikte hedef küçülteceğini ancak yine de belli ölçüde varlığını sürdüreceğini düşünüyorum. Aynı zamanda Irak’taki bazı gruplar alanı tamamen İran’a terk etmek istemeyecekleri için bu noktada bir uzlaşmaya varılacağını düşünüyorum. Nitekim Amerika da bu seçeneğe olumlu bakacaktır. Tabi bütün bunlar Kasım ayında yapılacak Amerikan seçimleriyle de bağlantılı ama bu yaz olacak görüşmelerin böylesi bir pazarlık zemini üzerinde yapılacağını öngörüyorum.

 

ABD’nin Orta Doğu özelinde “gitmek ve kalmak” arasında yoğun bir muhasebe içerisine girdiği bir dönemden geçiyoruz. Yeni bir durum değil bu aslına bakarsınız çünkü ‘Obama Doktrini’ olarak da adlandırılan askerlerin kademeli olarak çekilmesi süreci IŞİD’in ortaya çıkmasıyla sekteye uğramıştı. IŞİD’in mağlup edilmesiyle birlikte Trump yönetiminin de benzer bir güzergâhta hareket ettiğini görüyoruz. Suriye sahası bunun en iyi örneği. Afganistan’da da benzer bir duruma tanıklık ediyoruz. Diğer yandan ABD’nin Suudi Arabistan’da konuşlu Patriot bataryalarını çekeceği yönünde haberler yapılıyor. ABD’nin bu dilemması haliyle onun Irak’taki ittifak ilişkilerini de zedeliyor. Bu tür bir kararsızlık hâli, Irak’taki iktidar odaklarını ve iç dinamikleri sizce nasıl etkiler? Bu durum ABD’yi güven veren bir müttefik olmaktan çıkarır mı günün sonunda?

 

Şimdi dediğiniz gibi bu durum muhataplar nezdinde ciddi bir güven sorununa neden oluyor. Bir bakıma da “Amerikalılar yolcu, buradakiler hancı” diye özetleyebileceğimiz bir algı ortaya çıkıyor. Peki ABD bunu aşmak için ne yapıyor? Bir dizi yükümlülüğün altına giriyor veyahut da bir dizi söz veriyor. Bu şekilde bir güven ilişkisi oluşturmaya çalışıyor. Şu da bir gerçek ki Amerika’nın sahip olduğu askeri, teknolojik ve ekonomik kapasite ile bölgedeki herhangi bir ülkenin rekabet etmesine imkân yok. Ancak yarın bir gün çekilebilecek olması ihtimali ABD için en zayıf nokta olmaya devam ediyor.

 

O bakımdan Amerikan müesses nizamı, Suriye örneğinde olsun Suud ve diğer örneklerde olsun buralarda belirli ölçülerde varlığını sürdürmeyi gerekli görüyor ama politikacılar da yurt dışında çok fazla asker bulundurmanın hem duygusal hem de ekonomik maliyeti açısından buna sıcak bakmıyor. Yine de mevcut şartlar altında Amerika’nın buradaki varlığının tamamen sona ermesini beklemek gerçekçi değil.

 

İran’ın buradaki tehdidini, İsrail lobilerinin Amerika’daki etkisiyle birlikte düşününce, alanın tamamen boşaltılması tehlikesine karşı İsrail’in ABD’ye inanılmaz bir baskı yapacağını öngörebiliriz. Suud’un da bazı tavizler vererek Amerikan varlığının burada tamamen sona ermesine yol açacak adımları engelleyeceğini söyleyebiliriz.

 

Ayrıca ABD her ne kadar kendi Patriot bataryalarını çekecek olsa da hala burada Suud‘un kendi Patriot bataryaları da var. Bu durum aslında biraz da petrol fiyatlarıyla ilgili tartışmalarla alakalı fakat nispi olarak tehdidin azaldığı varsayılıyor ve toplamda 2 Patriot bataryasının çekileceği konuşuluyor. Şu da bir gerçek ki Amerika’nın birinci önceliği şu anda Çin’le giriştiği rekabet. Trump yönetiminin Çin’le olan rekabetinde başka araçları kullanarak bu konuya yoğunlaşmak istediği aşikar.

 

Öte yandan Amerika’nın Körfez petrolüne olan ihtiyacı azaldı. Tam tersine Körfez petrolünün rakibi haline geldi. Mevcut şartlarda artık Amerika çok önemli bir petrol üreticisi ve Körfezden gelen petrole bağımlılığı söz konusu bile değil. Sonuç olarak Amerika’nın buradaki varlığını sürdürmesinde daha çok diğer bölgesel denklemler etkili oluyor. Ancak yine de petrol fiyatlarının alacağı seyirle olan ilişkisi bakımından Amerika’nın buradaki varlığını sürdüreceğini düşünebiliriz.

 

Irak’ta İran destekli Haşdi Şabi, IŞİD’in mağlup edilmesinde ciddi bir rol oynadı. Buna bağlı olarak da Irak toplumunun Şii kesimleri arasında bir meşruiyet elde edebildi ve bir süre sonra da devlet dışı silahlı bir aktörken devlet aygıtına monte edildi. Ülkedeki 2018 seçimlerine gelindiğinde Haşdi Şabi grupları siyasal anlamda da büyük başarılar elde etti. Bu durum bana kalırsa çok ilginç çünkü ben Orta Doğu’ya baktığımda ABD askeri ve siyasi nüfuzunun belki de en yüksek olduğu Irak sahasında İran’ın tabiri caizse kolaylıkla at koşturabildiğini görüyorum. Haşdi Şabi’nin devlet dışı bir silahlı aktörken bir devlet aktörüne dönüşmesinin hikayesini merak ediyorum. Sizin yorumunuz ne bu konuda?

 

Haşdi Şabi’nin ortaya çıktığı atmosferi hatırlayacak olursak, IŞİD Bağdat’a kadar gelmiş ve Erbil’in sınırlarına dayanmıştı. Çok hızlı bir şekilde hareket ediyordu ve Irak ordusu bir direniş göstermiyordu. Daha sonra Sistani’nin fetvasıyla bazı topluluklar silahlandı. Tam bu noktada İran’ın maddi veyahut da silah desteği devreye girdi. Bu yanıyla Haşdi Şabi’nin kriz anında ortaya çıkmış bir yapı olduğunu görüyoruz. İnsanlar ilkin buna olumlu baktı çünkü güvenlik endişeleri bu durumu meşrulaştırdı ama sonrasında bir “düzen” sorunu baş gösterdi. Yani, merkezi otoriteye bağlı olmayan ve belli kurallarla hareket etmeyen güvenlik yapıları ortaya çıkmış oldu.

 

Ülkedeki güvenlik yapılarının denetimi için bu grupların Başbakanlık ya da Savunma Bakanlığı altında toplanması gerekiyordu. Bu noktada bazı adımlar atılsa da Haşdi Şabi gruplarının önemli bir kısmı Irak devletinden maaş almakla beraber talimatları başka yerden almaya devam ediyor. Yeni hükümetin en temel önceliklerinden birisi, bu toplulukların tam manasıyla devlet denetimi altına girmelerini ve aynı zamanda eylemlerinde de yasal sınırlar içerisinde davranmalarını sağlamak olacak. Çünkü farklı milis gruplarının devletin denetimine tabi olması ve yasalar çerçevesinde hareket etmesi gerekiyor. Anayasal olarak silahlı güç kullanma yetkisi dışındaki kişilerin silah sahibi olması ve bunu kullanması o devletin güvenlik aygıtının dağılmasına sebep olur ki Irak’ta olan da buydu. Fakat bu silahlı yapıları bir baskı aracı olarak kullanma imkânını gören ve bunları finanse eden İran ile onun içerideki yanlıları bu grupları devlet aygıtına monte etmek istedi.

 

Geçtiğimiz ay Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Osman Sert, Perspektif için kaleme aldığı bir yazıda Ankara’nın uluslararası ilişkiler bağlamında Kürt meselesine olan bütüncül yaklaşımını ve Kürtlerle sağlıklı ve güvene dayalı bir ilişki zeminini kaybettiğini, bununsa dış politikada maliyet ürettiğini belirtiyordu. Biliyorsunuz Türkiye kendi içinde ve Irak bağlamında Kürt sorunuyla yüzleşme sancıları yaşarken buna Suriye de eklenmiş durumda. Ankara ve Erbil hattında yaşanan ilk esaslı kırılma bağımsızlık referandumuyla oldu. Türkiye’nin geleneksel reflekslerini ortaya koyduğu bu durum Kürdistan Bölgesi’nde de haliyle bir hayal kırıklığına yol açtı. Bugün gelinen noktada sizce işler yoluna girdi mi? Ankara-Erbil hattı ne durumda?

 

Ankara’yla Erbil arasındaki ilişkiler aslında 2008’den itibaren gelişmeye başladı. 2005 yılındaki anayasa referandumu çerçevesinde Irak’ta bir federasyon ortaya çıktıktan sonra Türkiye ilk başta bu durumdan çok memnun olmasa da 2008’den itibaren aşamalı bir şekilde buradaki bölgesel yönetimle angajmanını artırdı ve belli bir ölçüde temas kurdu. İlk olarak Başkonsolosluk açtı ve bir dönem çok ciddi ekonomik ilişkileri oldu fakat IŞİD’in ortaya çıkıp da Erbil’in kapılarına dayanmasıyla beraber bazı sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Güvenlik sorunları ortaya çıkınca bölgenin istikrarı için Türkiye de destek verdi. O yüzden ilk başta güvenlikle ilgili endişeleri daha ön plana çıktı Irak Kürtlerinin. Buna göre öncelikler belirlenmeye başlandı. İkincisi, ekonomik olarak bir sıkıntı ortaya çıktı ama sizin de ifade ettiğiniz üzere referandum konusundaki görüş ayrılığı en temel ayrılık olarak kendini hissettirdi. Türkiye’deki çözüm sürecinin Suriye’deki gelişmeler dolayısıyla akamete uğraması da bir kırılma yarattı. Referandumdan sonra Türkiye ile Erbil arasında bir müddet hiç temas olmadı ama sonrasında iletişim kanalları yeniden açıldı. Bakanlar düzeyinde ziyaretler oldu. Yeni Başbakan Mesrur Barzani Türkiye’ye geldi.

 

Mevcut durumda koronavirüs dolayısıyla şu anda ticari veyahut da siyasi temaslar daha sınırlı ama bir dizi konu hala ilişkileri etkilemeye devam ediyor. Buradaki PKK varlığı hala IKBY ve Türkiye arasındaki ilişkileri etkilemeye devam ediyor. Ticari konular da yine önemli bir bağ fakat petrol gelirlerinin düşmesi ile ilgili olarak bunun ağırlığının bir müddet azalmasını bekleyebiliriz. Neden? Çünkü Irak’ta da para yok, maddi sıkıntılar var. Aynı şey IKBY için de geçerli. Gelinen noktada diyalog devam ediyor ama referandumun oluşturduğu tortu her iki tarafın ağzında da kekre bir tat bıraktı.

 

Diğer yandan Amerika, Irak ve Suriye Kürtlerini yakınlaştırmaya çalışıyor. Suriye’de PYD ile Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ni (ENKS) de belli bir ortaklık zemininde buluşturmaya çalışıyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bu noktada attığı bazı adımlar oldu. Türkiye’nin bunu çok yakından takip etmesi gerekiyor. Ortak bir yapının Türkiye’nin karşısına başka türlü taleplerle çıkması halinde bu tabii ki Türkiye için daha dikkatlice izlenmesi gereken bir konu haline gelir. Türkiye, PYD/PKK’nın herhangi bir şekilde aktör olmasını istemiyor ama öte yandan da diğer Kürt aktörlerle temasını sürdürmesi gerekiyor. Ancak Türkiye’nin ortak bir entite oluşturmaya yönelik girişimleri yakından takip etmesi ilerde olabilecek başka türlü sorunlarla karşı karşıya kalmasını engellemesi gerekiyor.

 

Irak’ın istikrarı açısından bölgesel yönetimle merkezi hükümet arasındaki ilişkiler oldukça önem taşıyor. Burada da biliyorsunuz petrol gelirlerinin paylaşımı, bütçe ödemeleri ve tartışmalı bölgelerin geleceği bilhassa Kerkük konusu Erbil-Bağdat ilişkilerini derinden etkilemeye, şekillendirmeye devam ediyor. Yeni dönemde bu başlıklarda bir ilerleme bekliyor musunuz? Bunları konuşmaya sıra gelir mi?

 

Kürtlerin beklentisi Abdülmehdi’nin görevine devam etmesiydi çünkü özellikle Mesut Barzani ile Abdülmehdi’nin ilişkisi eskiye dayanan iyi bir ilişkiydi. Bana kalırsa Kazımi daha rasyonel hareket edecek gibi gözüküyor. Kazımi’nin gelmesi Amerika için daha olumlu bir şey ve burada Amerika’nın arabuluculuğunda veyahut da Amerika’nın kolaylaştırıcılığında bazı gelişmeler olabilir. Zaten görüşmeler devam ediyor. Erbil’den heyetler Bağdat’a gidip bütçe paylaşımı konusunda sürekli görüşmeler yapıyorlar fakat uzlaşılamayan konular var.

 

Gerek maaşlar gerek petrol gelirlerinin paylaşımı konusundaki tartışmalar devam ediyor ve bu daha da sıkıntılar doğuracak gibi. Çünkü para yok. Para azalınca, yani pasta küçülünce bunun kavgası daha da büyüyecek. Öte yandan İran’ın da teşvikiyle Süleymaniye bölgesinde ve özellikle de daha İran sınırındaki yerlerde ayrı bir özerk bölge tartışmaları yapılıyor KYB içerisinde ve bölgedeki bazı İslami partiler içerisinde.

 

KYB bunu yüksek bir sesle dile getiriyor mu gerçekten de? Çünkü Kürt alanında bu pek de hoş karşılanmayacaktır.

 

Bu daha çok KYB’nin bunu bir tür pazarlık unsuru haline getirip KDP‘nin ekonomik kaynaklar üzerindeki etkisini sınırlamak ve buradan pay almak istemesi için giriştiği bir hamleye benziyor. Çünkü az önce de dediğim gibi para yok. Paranın azaldığı yerlerde bu türden girişimler görmek mümkün. Dolayısıyla KYB mümkün olduğu ölçüde pazarlık yapmaya çalışacak. Çünkü bölünmüş ve parçalı yapısı ve İran’ın bu parçalı yapı üzerine buraya nüfuz etme isteği dolayısıyla IKBY’nin yekpare bir yapı olmadığı anlaşılıyor. KDP’nin büyük bir ağırlığı var belki ama KYB’nin de belli bir etkisi var.

 

Röportaj boyunca Irak bağlamında ABD’yi, Suudi Arabistan’ı, İran’ı, Türkiye‘yi ve Suriye’yi konuştuk. Kanaatimce Rusya için de bir parantez açılması gerekiyor. Rusya Irak’ta hangi gruplarla iş birliği halinde? Siyasal, ekonomik ve askeri açıdan nasıl bir Irak projeksiyonuna sahip?

 

Yakın zaman önce Rusya’nın özellikle IŞİD’le mücadele bağlamında kendisini Irak’ta daha fazla göstermeye çalıştığını gördük. Günümüzdeyse daha çok petrol ve silah ihracatı bakımından etkili olmaya çalıştığını görüyoruz. IKBY’nin ekonomik olarak darda olduğu bir dönemde orada petrol sahaları satın almış bir ülke Rusya. Neden yapıyor bunu peki? Çünkü Rusya en nihayetinde petrol üreticisi. Dolayısıyla buradaki petrol sahalarında varlık göstermesi önem taşıyor çünkü üretim arzını kontrol edebilirse fiyatlar konusunda da pazarlığı yönlendirebilir.

 

Bu yüzden Rusya’nın Kuzey Irak’ta petrole yatırım yaptığını ve bölge genelinde silah satmak istediğini görüyoruz. Amerika tarafından boşaltması muhtemel alanları doldurmak için Rusya adeta bir fırsat kolluyor. Özellikle de askeri teknolojisi ile bunu yapmak istiyor. Rusya’nın temelde yapmaya çalıştığı şeyse bir tür “security provider” rolü oynamak.

 

IŞİD’in son zamanlarda Irak’taki etkinliğini arttırdığını gözlemledik. Bu durumu ABD’nin Irak’taki varlığını sürdürmesi gerektiği yönünde bir algının oluşması için manipülatif bulanlar da var. Ancak yeni bir durum değil bu çünkü sürekli olarak kendisini hatırlatıyor IŞİD. Acaba bunun gerçekten de güçlü bir toplumsal zemini mi var?

 

Terör örgütleri, silahla elde etmek istedikleri şeyler için toplumsal bir zemin oluşturmaya çalışmazsa başarısız olur. Bu yüzden de etnik, dini veyahut da başka türlü bir rahatsızlığı kullanarak kendilerine meşruiyet sağlamaya çalışırlar. Aslında IŞİD’in yaptığı da buydu. Neyi kullanıyordu? Sünni kesimin bastırılmış olmasını. Sünnilerin ellerindeki imkânları tam manasıyla kaybettiği, sonrasında da her türlü baskıya maruz kaldığı ve bürokratik açıdan dışlandıkları bir gerçek. Sünni kesimlerin yoğunlukta olduğu yerler altyapı hizmetlerinden bile görece daha çok mahrumlar. Bu gibi sebepler IŞİD’in Sünnilerin haklarını savunmak gibi bir iddiayla ortaya çıkmasını sağladı. O bakımdan toplumsal zemin henüz ortadan kaldırılmış değil. Bunu görmezden gelirsek karşı karşıya olduğumuz sorunu da anlayamayız. Ancak sorunun kökenlerini anlamaya çalışmak, bu tür grupların terörist olmadığı anlamına gelmez.

 

IŞİD’in son zamanlarda belirli yerlerde kendini göstermesi bir yandan toplumsal taleplerin, Sünnilerin yaşadığı yerlerin yeniden yapılandırılması gibi taleplerin hala karşılanmamış olması ile alakalı. Öte yandan bazı çevreler IŞİD’in kontrol edilebilir düzeyde kalmasına göz yumulduğunu düşünüyor. Tabii çok kolay değil bunu söylemek. Gerek Haşdi Şabi’nin varlığını sürdürmesi gerek Amerikan askerlerinin buradaki varlığını sürdürmesi bir tehdidin olmasına bağlı. Tehdit tam manasıyla ortadan kalktıysa o zaman “ne gerek var Amerikan askerlerine?” denileceği için az miktarda da olsa IŞİD terörünün tolere edildiği fakat büyük ölçüde de önüne geçildiğine yönelik iddialar var.

 

IŞİD’in toprak hakimiyetine her ne kadar son verilmiş olsa da IŞİD mensuplarının bir kısmının yer altına indiği kabul ediliyordu. Günümüzde bazı IŞİD unsurlarının kendilerini göstermeye çalıştıklarını, bunlarla mücadele eden diğer grupların da bunu araçsallaştırarak meşruiyetlerini sürdürmek istediklerini düşünebiliriz.