Mensur Akgün - G-20 Zirvesi yaklaşırken - Referans Gazetesi
Küreselleşmenin çağımıza özgü bir olgu olduğunu, daha önceki modellerle karıştırılmaması ve karşılaştırılmaması gerektiğini iddia edenler karşılıklı bağımlılığın ekonomik faaliyet üstündeki devlet kontrolünü erozyona uğrattığını söylerdi.
Dünyaya devletler arası ilişkiler çerçevesinden bakanlar ise bu iddianın gerçekliği yansıttığını kabul etmek istemezdi.
Amerika'da birtakım insanların ev borçlarını ödeyememeleri yüzünden başlayan, bugün Türkiye'nin ihracatının ciddi bir şekilde düşmesine, herkesin işinden ve geleceğinden endişe etmesine yol açan kriz, küreselleşmenin yepyeni bir olgu olduğunu iddia edenleri haklı çıkarttı. Tetikleyicisi Amerika'nın bile bu krizi tek başına aşmasına ve yönetmesine imkân yok.
Oysa kriz aşılamazsa ve derinleşirse etkileri çok daha yoğun bir şekilde hissedilecek, bugün zar zor ayakta kalmaya çalışan pek çok şirket kapılarına kilit vurmak zorunda kalacak. Siyasal sorunların doğmasına neden olacak. Krizin aşılması için tabii ki hükümetin, hükümetlerin yapacağı çok şey var. Onlar da mutlaka kamu harcamalarını artırmak, krizden etkilenen insanları, özellikle de işsizleri korumak zorundalar.
Ancak gerekli olan ve büyük bir olasılıkla Türkiye'nin uluslararası sorumlulukları ile yerel ihtiyaçları arasında hassas bir siyasi dengeyi yansıtacak olan ulusal tedbirler ne yazık ki yeterli olmayacak. Çünkü krizin sebebi yerel değil. Bu seferki kriz, daha önce yaşadığımız anayasa krizine ya da ödemeler dengemizden kaynaklanan krizlere benzemiyor. Talep daralması, küresel kaynaklı.
Dünyanın başka yerlerinde yaşayan insanlar yeni araba, yeni buzdolabı, yeni fırın, yeni televizyon, hatta yeni elbise almak istemiyor. İşsiz kalmasa bile önünü göremediği için harcama yapmaktan kaçınıyor. Dolayısıyla alınacak tedbirler de küresel olmak zorunda.
Krizden kurtulmak istiyorsak, hükümetten, daha doğrusu tüm hükümetlerden ve krizi yönetecek uluslararası kuruluşlardan küresel tedbirlere uyum sağlamalarını, ahenk içinde hareket etmelerini talep etmek zorundayız.
Unutmayalım ki Türkiye'nin alacağı hiçbir tedbir Almanya'daki, Fransa'daki, Rusya'daki talep daralmasının aşılmasına, Türk mallarına olan iştahın canlanmasına yol açmaz. Dünya ekonomisinin bu kadar iç içe geçtiği bir ortamda hiçbir devletin alacağı tedbir tek başına yeterli olmayacaktır. Türkiye, eğer krizin aşılmasını istiyorsa, küresel düşünmek durumundadır.
Her ne kadar Türkiye yerel seçim atmosferinin yarattığı siyasal gerilimle krizin sadece semptomlarına yoğunlaşmış olsa da hastalığın tedavisinin ancak tüm vücudun iyileşmesiyle mümkün olduğunu unutmayalım.
Nasıl ki Türkiye'nin güvenlik merkezli dış politikası çevresini saran sorunların çözümüne odaklandıysa, ekonomi politikası da küresel çözüm odaklı olmalı. Türkiye edilgen bir ülke olmaktan çıkıp, etken bir ülke konuma gelmeli, karşı karşıya olduğu krizin aşılması için küresel ölçekte siyaset geliştirilmeli. 2 Nisan'da Londra'da gerçekleşecek olan G-20 Zirvesi Türkiye'ye böylesi bir fırsat sunuyor.
Bu zirveye katılacak olan liderler 15 Kasım 2008'de gerçekleşen Washington toplantısı deklarasyonunda belirlenen ilkelerin ve o ilkelerle uyumlu eylem planının ne kadar işlediğini, küresel krizin aşılması için yapılması gerekenleri tartışacaklar. Siz bu satırları okuduğunuz sırada da maliye bakanları ya da maliyeden sorumlu bakanlar Londra'da 2 Nisan zirvesinin hazırlık çalışmalarını tamamlamaya çalışıyor olacaklar.
Yine bugün, hepimizi etkileyen krizin aşılması için siyaset üretme ayrıcalığının hükümetlere bırakılamayacak kadar önemli olduğu gerçeğinden hareketle, İstanbul Kültür Üniversitesi Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi (GPoT), gazetemiz Referans'ın desteği, EDAM ve Hürriyet Daily News'un işbirliği, Birleşik Krallık Büyükelçiliği'nin ortaklığıyla konsolosluk binası Pera House'da aynı konuyu masaya yatıran bir toplantı düzenliyor olacak.
Pera toplantısının amacı hem Türkiye'yi yönetenlerin kullanabileceği siyaset önerileri üretmek hem de 2 Nisan'da yapılacak G-20 Zirvesi'ne veri sağlamak. G-20 Zirvesi'nin başarısı hepimizin başarısı olacak. Zirvenin başarısızlıkla sonuçlanması, hatta böyle bir izlenim yaratılması insanların krizin aşılamayacağını düşünmesine yol açacak. Bu da talebin daha da daralmasına, krizin daha da derinleşmesine neden olacak.
1999 yılında kurulan G-20, dünya nüfusunun üçte ikisini, dünya ticaretinin yüzde 80'ini, gayri safi milli hasılanın yüzde 90'ını temsil ediyor. Üstelik de elinde uzlaşma sağlanmış bir eylem planı var. Şimdi mesele bu eylem planının ve gündeme gelecek diğer tedbirlerin hayata geçmesi için üyeler arasında uyumun olmasında ve olduğunun dünyaya gösterilmesinde. Bir de farklı çıkarların dengelenmesinde...