Skip to main content

Manşet üstü Erdoğan resmi | Mensur Akgün | Referans

Cumartesi sabahı Doha'da kaldığım otel odasının kapısında asılı torbada adını dahi okuyamadığım bir yerel gazetenin sürmanşetinde Başbakan Erdoğan'ın kızgın bir portresi vardı.

Üçüncü sayfasında ise yine Erdoğan'ın tam ortasında yer aldığı bir başka resim daha. Brezilya Devlet Başkanı ile birlikte çekilmiş bu resmin arkasında ‘Medeniyetler İttifakı' yazıyor.

Buraya BM'nin Kültür Üniversitesi ile birlikte İstanbul'da düzenlediği üç günlük Filistin toplantısından gelmesem, sonra da Brüksel'e geçip TESEV'in tertiplediği Türkiye'nin Ortadoğu'da nasıl algılandığına ilişkin bir toplantıya katılacak olmasam dikkatimi çekmeyecek bu iki resim düşünmeme, sevinmeme, korkmama ve bu yüzden de yazmama neden oldu.

Haberinin ne olduğunu bilmediğim ve hayal kurmamı engellemesin diye öğrenmediğim sürmanşet resim bana IHH öncülüğünde düzenlenen Gazze ambargosunu delme girişimine karşı İsrail'in gösterdiği tepkiye Erdoğan'ın verdiği cevaba ilişkinmiş gibi geldi. Üçüncü sayfadaki içinse zaten aklımı fazla zorlamama gerek yoktu. Resmin haberi belliydi. 
Ancak haber ya da vesile ne olursa olsun Erdoğan Katar'ın çok okunduğu söylenen gazetelerinden birindeydi. Bölgede bu kadar lider ve ülke varken ona bunca yer ayrılması doğal olarak Türkiye'nin görünürlüğünü ve bilinirliğini artırmaktaydı. Daha önce Körfez dışı yedi Arap ülkesinde gerçekleştirdiğimiz Türkiye algısı araştırmasının kapsamına bu ülkeyi de soksak belli ki sempati düzeyi burada da yüksek çıkacaktı.

Zaten katıldığım toplantıda konuştuğum insanların anayasa reformundan Ergenekon davasına, Marmara gemisinden nükleer takasa kadar sordukları soruların derinliği de bu kanımı güçlendirecek nitelikteydi. Ayrıca akşam yatıp televizyonu açtığımda da haberlerde Türkiye vardı, yine Arapçaya çevrilmiş Türk dizileri oynatılmaktaydı.

Biliyorum, diyeceksiniz ki bunları zaten biliyoruz, yazıyı neden yazdın. Sebebi basit; bu sempati ve ilgi hem hoşuma gitti hem de korkuttu. Türkiye'nin, daha doğrusu Erdoğan'ın kendisine gösterilen ilgiyi yanlış yorumlamasından, eksenini gerçekten de farklı bir yerlere doğru kaydırabilecek olmasından rahatsız oldum. Brezilya ile olan yakınlaşmanın, Filistin hassasiyetinin, İran'ın nükleer silahlarıyla uğraşırken bu ülkeye duyulan sempatinin bizi arabuluculuktan sorunların tarafı olmaya götürmesi gerçeği beni ürküttü.
Çünkü ‘arabuluculuk'la taraf olma arasında çok ince bir çizgi var. Taraflardan birine karşı duyduğunuz sempati sizi kolaylıkla taraf olmaya, sorunun parçası haline dönüşmeye zorlayabilir. Özellikle de yaptıklarınız takdir ediliyorsa başkalarının yapamadığı bir işi yaptığınıza olan inancınız güçlüyse dönüşüm çok daha kolay. Bir de duygularınız aklınızı sürüklüyorsa karizmanızı duygusal tepkileriniz sayesinde elde ettiyseniz, kolaylıkla pozisyon değiştirip kendinizi istemeden de olsa yanlış bir yerde bulabilirsiniz.

Başbakan Erdoğan'ın da Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun da çok dikkatli olmaları, siyasetlerinin ne olduğunu kendilerine sürekli tekrar etmeleri gerekiyor. Unutmayalım ki etkileri, dolayısıyla da etkimiz sorunlara tepeden bakabilmelerinden, zaman zaman ihlal etseler de ilkesel durabilmelerinden kaynaklanıyor. Bu ilkesel duruşlarını bozmamaları ve uluslararası normları daha kapsamlı bir şekilde kullanmaları gerekiyor. 
Gazze söz konusu olduğunda ille de duygusal çıkışlar yapmalarına gerek yok. BM tarafından hazırlanan Goldstone raporuna ve ona destek için yazılan Falk raporuna atıfta bulunmaları, Gazze halkının hakkını savunmak için insancıl hukuka, ‘Cenevre Konvansiyonları'na referans vermeleri yeterli. Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul kararlarını da kullanabilirler. İran için de aynı şeyler geçerli; ellerinin altında kimsenin itiraz edemeyeceği UAEK raporları ve revize edilmiş bir NPT rejimi var.