Skip to main content

Protokoller için çöküşten önce son çıkış | Erdal Güven | Radikal

Son 10 günü Türkiye’ye dışardan bakarak, Türkiye’yi dışardan tartışarak geçirdim. Bir Batı’dan, bir Doğu’dan. Önce Madrid, sonra Erivan.

İlkinde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci, ikincisinde ise Türkiye-Ermenistan ilişkileri ön plandaydı. Genel olarak, her iki başkentten de pek parlak görünmüyor Ankara’nın siyasi pozisyonu.
Malum, İspanya AB dönem başkanlığını yürütüyor; ayrıca siyasi düzeyde Türkiye’nin üyeliğini tutarlı ve kararlı biçimde savunan ülkelerin başında geliyor. Bu açıdan son derece önemli bugünlerde Madrid’in, Türkiye’nin AB üyelik sürecini nasıl değerlendirdiği. Ne yalan söyleyeyim, beklediğimden çok daha karamsar bir değerlendirmeyle karşılaştım İspanya başkentinde... Yalnızca akademisyen ve meslektaşlardan değil, aynı zamanda dışişleri yetkililerinden de ezber bozucu ifadeler dinledim.

Tam zamanında bir konferans
Ancak Madrid izlenimlerimi daha sonraya saklayıp öncelikle daha sıcak, daha acil, daha kırılgan bir hal arz eden Türk-Ermeni ilişkilerine göz atmak niyetindeyim. Bu açıdan diyebilirim ki Kültür Üniversitesi Küresel Siyasi Eğilimler Merkezi (GPOT) sağolsun, ‘tam zamanında’ydı Erivan ziyareti... Amaç, ABD Uluslarası Kalkınma Ajansı (USAID) sponsorluğunda, GPOT ve Ermenistan’daki muadili Avrasya Ortaklık Vakfı’nın (EPF) işbirliğiyle düzenlenen iki günlük uluslararası bir konferansa katılmaktı. Gazeteci, akademisyen ve sivil toplum örgütü çalışanlarının yanı sıra, eski Ermeni diplomatlar ve başbakanlar dahil hükümet yetkililerinin de katıldığı, verimli bir konferanstı doğrusu.
Daha önemlisi, ziyaret sırasında başta Dışişleri Bakan Yardımcısı Arman Kirakosyan ve Cumhurbaşkanı Danışmanı Vigen Sarkisyan olmak üzere Ermenistan dış politikasına yön veren isimlerle konuşarak Türk-Ermeni hattında olup bitenleri bir de Ermeni tarafından dinleme olanağı yakalandı. Tabii Daşnaksütyun ve Miras gibi muhalefet partilerinden milletvekilleriyle de bir araya geldik.
Tahmin edileceği üzere yetklilerle sohbetlerimizde ana konu, ‘protokoller süreci’ydi... Sürecin hassasiyetine rağmen ‘Chatham House’ kuralının da etkisiyle yetkililerin son derece açık sözlü ve lafı esirgemeden konuşmaları dikkat çekiciydi. Şöyle de denebilir pekâlâ: Ermenistan için bıçak kemiğe dayanmış...
Malumunuz, Türkiye ve Ermenistan hükümetleri, uzun bir görüşme sürecinin sonunda Nisan 2009’da iki ülke arasındaki ilişkileri normalleştirmek üzere mutabakata vardı. Taraflar Ekim 2009’da da bu mutabakatı somutlaştıracak iki protokole imza attı. Protokollere göre diplomatik ilişkiler yeniden kurulacak, kara sınırı da yeniden açılacaktı. Yaklaşık 20 yıllık bir aradan sonra... Ayrıca ikili ilişkilerin en hassas yanını, ‘tarih boyutu’nu ele almak üzere bir komisyon oluşturulacaktı. 

Onca çaba boşa mı?
Gelgelelim, İsviçre’deki imza töreninden bölgeye ve dünyaya yayılan iyimserlik rüzgarı, çok geçmeden kesildi. Çünkü Türkiye, daha mürekkebi kurumadan protokolleri onaylamak için ‘Karabağ şartı’nı öne sürüverdi... Yani? Yani Türkiye, Azerbaycan topraklarındaki Ermeni işgalinin sona erdirilmesine yönelik adım atılmadıkça protokolleri onaylamayacağını dünya aleme ilan etti. Ermenistan da böyle bir bağlantı kurulamayacağını savunarak siyasi onay sürecini askıya aldı. 
Peki ne olacak? Onca yılın diplomatik çabası, ortaya konan siyasi cesaret, Güney Kafkasya’nın kaderini değiştirebilecek stratejik vizyon tarihin çöp sepetine mi gidecek? Bir başka deyişle, protokolleri ‘koma’dan çıkarmak için hala umut var mı? Sürece bir hayat öpücüğü kondurulabilir mi? Protokollerin ölmesi önlenemezse ne gibi sonuçlara yol açar? 
Ermeni dış politikasına yön veren isimlerle konuşurken daha çok bu sorulara yanıt aradık. Duyduğum en çarpıcı cümle şuydu: “Eğer Türkiye nisan ortasına kadar protokolleri yürürlüğe sokmazsa Ermenistan süreçten çekildiğini ilan edecek.” Evet, Ermeni hükümetinin, protokollerden çekilmek için cumhurbaşkanına yetki veren yasayı meclisten geçirdiğini biliyorduk. Ama ilk kez bir Ermeni yetkili, tarih vererek ve kesin bir kararlılıkla niyetlerini ifade ediyordu. Üstelik bu yetkili, başından beri sürecin içinde yer almış, protokollerin öngördüğü normalleşme sürecini ‘iliklerine kadar’ destekleyen biri. Dahası bunu söylerken, protokollerin ölmesi durumunda, Türk-Ermeni ilişkilerinin, protokollerin öncesinden daha da kötü bir noktaya gerileyeceğini bilerek söylüyor. “Çünkü aramızdaki bütün sorun ve anlaşmazlıklara, bir de güvensizlik etkilenecek. Daha doğrusu güvensizlik daha da derinleşecek.”

Nedenler
Peki niye çekilecek Ermenistan ve niye nisan ortası? Nedenler bağlantılı.
Birincisi, protokollerin yürürlüğe girmesi için öngörülen ‘makul bir süre’nin sonuna yaklaşıldığı kanısı hakim Erivan’da. Adı konmayan bu süre, nisan başı olarak değerlendiriliyor.
İkincisi, Ermeni liderliği, Ankara tarafından kandırıldığını, hatta ‘aptal yerine konduğunu’ düşünüyor ve kamuoyu da göz önünde bulundurulduğunda bu hissiyatı daha fazla kaldıramayacak durumda. Bu düşüncenin arkasında, görüşme sürecinde kıyısından geçilmemiş, nitekim protokollerde de esamesi okunmamış ‘Karabağ şartı’nın dayatılması yatıyor.
Üçüncüsü, hükümetin, protokollerden ötürü ilk günden beri göğüs gerdiği, muhalefet ve diaspora kaynaklı yoğun eleştiriler karşısında direnci azalıyor; özellikle bölgesel konularda (yani Karabağ) Türkiye’ya söz hakkı doğacağını ve kurulması öngörülen tarih komisyonunun kendilerince tartışılmaz bir gerçek sayılan ‘soykırım’ı tartışmaya açacağını öne süren ‘ret cephesi’ Sarkisyan yönetimine ateş püskürüyor. Bu nedenle bir hükümet ortağının muhalefete döndüğünü anımsatan yetkililer, Sarkisyan’ın protokoller uğruna siyasi sermayesini bitirmeyi göze alamayacağını belirtiyor.
Dördüncüsü, Türkiye’nin ikircikli tutumunun, ‘Karabağ meselesi’nde Azerbaycan’ı daha da katı bir tutum almaya yönelttiği düşünülüyor. Bu bağlamda, özelikle, Bakü’den son zamanlarda giderek daha sıklıkla duyulan ‘savaş çığlıkları’na dikkat çekiliyor.
Ve beşincisi, ABD Başkanı Barack Obama’nın ‘soykırım’ı anacağı geleneksel ‘24 Nisan açıklaması’ öncesinde, 12-13 Nisan’da Washington’da gerçekleşecek Sarkisyan-Obama görüşmesi bekleniyor. Anlaşılan o ki, Sarkisyan, ‘protokollerden çekilme’ kozunu masaya sürecek ve alacağı karşılığa göre de Erivan’a dönüşünde ‘son karar’ını verecek.
Umut var mı? Ermenistan’a göre Türkiye ne yaparsa protokoller kurtulabilir? Ermeni yetkililer zamanın, protokollerin aleyhine işlediği görüşünde. Türk hükümetinin süreci ‘Karabağ’a bu denli bağladıktan sonra çark edip onay sürecinin düğmesine basabileceğine ihtimal verilmiyor. Bir nokta daha: Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokollere ilişkinin kararı karşısında Ankara’dan yükselen feveran, Türkiye’nin normalleşme sürecine ilişkin gönülsüzlüğüne yoruluyor. Ermeni yetkililer, mahkemenin sonuç itibarıyla protokolleri anayasaya uygun bulup onayladığına, üstelik kararı oybirliğiyle aldığına dikkat çekiyor. Ankara’nın ‘öküz altında buzağı aradığı’ söyleniyor. 

Ara çözüm önerisi
Peki bir ara çözüm bulunabilir mi? İşte bu noktada, bir Ermeni yetkili, şu öneriyi getirdi: “Başbakan Tayyip Erdoğan çıkıp Türkiye’nin protokollerin öngördüğü normalleşme sürecine bağlılığını kesin bir dille açıklasın. Ve desin ki, ‘Şu anki mevcut koşullardan ötürü, tamamen iç politikadan kaynaklanan nedenlerle, protokolleri onaylayıp yürürlüğe sokamıyoruz. O yüzden gelin erteleyelim bu süreci.” 
Böyle bir açıklamanın, Erivan için yeterli olup olamayacağını sorduğum yetkili, “En azından oturup konuşabiliriz bunu. Bir çıkış yolu olabilir” dedi. Hemen ardından kinayeli biçimde ekledi: “Tabii ertesi gün tam aksi istikamette bir açıklama yapmaması lazım Erdoğan’ın.”

Rus fıkrasındaki gibi
Anlaşılan o ki Erivan, Ankara’dan süreç değil, sonuç odaklı bir politika ortaya koymasını bekliyor. Bir Rus fıkrasıyla anlatıyorlar Ankara’nın mevcut pozisyonunu. Adamın birine, “Bu kadar çocuk yaptığına göre çocukları çok seviyorsun herhalde” demiş birisi. “Yoo” demiş adam, “Ben sadece süreci seviyorum.”
Fıkranın değil ama, Erivan izlenimlerinin devamı var...