Söyleşi | Oğuz Çelikkol — Ege, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Türkiye-Yunanistan İlişkileri
Son gelişmeler ışığında Doğu Akdeniz’de neler olduğundan bahsedebilir misiniz? Sorunlar neler?
Doğu Akdeniz’de yaşanan sorun Türkiye ve Yunanistan’ın kendilerine ait olduğunu ilan ettikleri deniz yetki alanlarının örtüşmesidir. Türkiye’nin ilan ettiği deniz yetki alanının bir bölümü Yunanistan, bir bölümü ise Kıbrıs Rum Yönetimi’nin kendilerinin olarak gördükleri deniz yetki alanları ile örtüşmekte. Hem Türkiye hem de Yunanistan bu konuda kararlı göründüğünden karşılıklı atılan adımlarla Türkiye ile Yunanistan arasındaki tansiyon ve çatışma tehlikesi artmaktadır.
Konunun bir de Kıbrıs sorununu ilgilendiren bir yanı vardır. Kıbrıs Rum Yönetimi sanki tüm adayı temsil ediyor gibi hareket etmekte, Kıbrıs adası çevresindeki denizlerle ilgili tek yanlı kararlar almakta, Kıbrıs Türkleri yokmuş gibi hareket etmektedir. Yani Türkiye bir yandan Doğu Akdeniz’de kendi haklarını savunurken diğer yandan Kıbrıs Türklerinin haklarını müdafaa etmekte, Kıbrıs Türklerinin de ada etrafındaki denizlerden ve bu denizlerde bulunan zenginliklerden (doğal gazdan) pay almasını sağlamaya çalışmaktadır.
Esasında sorun çok da karmaşık değildir. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetiminin yapmak istediği Türkiye’yi Akdeniz’de kendi karasularına ve Antalya Körfezine sıkıştırmak, Türkiye Doğu Akdeniz’de yokmuş gibi Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetimi arasında bir deniz sınırı oluşturmak, Kıbrıs Adasındaki Türkleri ise tamamen yok saymaktır. Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının bu oldubittilerine karşı çıkmakta, Akdeniz’deki haklarını korumada kararlı görünmektedir.
Sorun son bir iki yıl içinde patlamış gibi görünse de durum böyle değildir. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları konusundaki maksimalist tutumlarını uzun bir süreden beri devam ettirerek Doğu Akdeniz deniz politikalarına destek bulabilmek, Türkiye aleyhine bir blok oluşturmak amacıyla uzun bir süreden beri çalışmaktadır.
Kıbrıs Rum Yönetimi Mısır ve İsrail’le deniz yetki alanlarını çizen anlaşmaları çok önce imzalamıştır. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Lübnan’la imzaladığı anlaşma bildiğim kadarıyla Lübnan Meclisinde takılmış ve yürürlüğe girmemiştir. Yunanistan, Mısır’la deniz sınırını çizen bir anlaşma yapmak konusunda çok uzun bir zamandan beri gayret göstermektedir. Yani Akdeniz’de denizden kaynaklanan sorunlar Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rumlarının ısrarlı ve planlı politikalarıyla ortaya çıkartılmış, büyütülmüştür.
Yunanistan’ın Mısır’la deniz anlaşması yapması zamanlama bakımından da çok talihsiz olmuş, Türkiye ile Yunanistan arasında Almanya’nın aracılığıyla sağlanmaya çalışılan görüşme ve karşılıklı güven arttırma sürecini dinamitleme anlamına gelmiştir. Atina’nın başından beri Türkiye ile masaya oturmak ve sorunları görüşmeler yoluyla çözmek konusunda “isteksiz” olduğunu biz zaten biliyorduk, şimdi dünya da görmüş oldu. Türkiye, Yunanistan-Mısır anlaşmasını iki ülke arasında deniz sınırı olmadığına işaret ederek yok saymıştır. Türkiye’nin bu çerçevede, tahrik edici bu Yunan davranışına karşı, yeni Navteks yayınlama ve sismik araştırmalara (23 Ağustos’a kadar devam edecek şekilde) yeniden başlama şeklinde verdiği tepki yerinde ve haklı olmuştur.
Doğu Akdeniz’deki bu anlaşmazlıkta Ankara ve Atina’nın temel tezleri nedir?
Esasen Türkiye ve Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki tutumlarının temelinde adaların deniz yetki alanı olup olmadığı konusundaki görüş ayrılığı yatmaktadır ki bu da yeni değildir. Yunanistan adaların deniz yetki alanı (kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge) olduğu yönünde Ege Denizi’nde 1970’lı yılların başından beri savunduğu tezini şimdi Doğu Akdeniz’e taşımıştır. Yunanistan, Kaş açıklarında Türkiye sahiline sadece 2 km kadar uzaklıktaki, 10 km2 büyüklüğündeki, üzerinde 150 kişinin yaşadığı Meis Adasını kullanarak Doğu Akdeniz’de 40.000 km2 den büyük bir alana sahip çıkma, kendi deniz alanını Kıbrıs Adasına kadar uzatma iddiasındadır.
Türkiye ile Yunanistan arasında adaların deniz yetki alanları konusundaki anlaşmazlık Ege Denizi’nde 1970 ortalarından beri devam etmektedir. Türkiye adaların kıta sahanlığı olduğu yönündeki Yunan tezini Ege Denizi’nde de kabul etmemekte, Ege kıta sahasının Türkiye ile Yunanistan kıtaları arasında Ege Denizi’nin ortasından geçtiğini, kıta sahanlığının (ve deniz yetki alanlarının) ülkelerin kıtalarına göre çizilmesi gerektiğini savunmaktadır. Atina’nın dünyayı inandırmaya çalıştığı gibi uluslararası hukukun adaların deniz yetki alanları olduğunu kabul ettiği propagandası da doğru değildir.
Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Tahkim Mahkemelerinin adaların deniz yetki sahası olmadığını ortaya koyan ve deniz sınırını ülke kıtaları arasındaki ortay çizgiyi esas alarak çizen çok sayıda kararı bulunmaktadır. Bunlar arasında Ukrayna ile Romanya arasındaki Karadeniz’de deniz sınırını Ukrayna’ya ait Yılan Adasını yok farz ederek çizen Uluslararası Adalet Divanı kararı da bulunmaktadır. Yine Yemen ile Eritre arasındaki deniz sınırı da Kızıl Deniz girişindeki adalar yok sayılarak ve orta çizgi esas alınarak uluslararası tahkim yoluyla çizilmiştir.
Ege Denizi ve Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmazlıkta benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?
Belirttiğim gibi en çarpıcı benzerlik Yunanistan’ın adaların da kıta sahanlığı ve deniz yetki alanı olduğu yönündeki iddiasıdır. Ancak, Ege Denizi’nde Türkiye ile Yunanistan arasında birbiriyle ilişkili birçok sorun, adeta bir sorunlar yumağı bulunmaktadır. Her şeyden önce Atina, Ege’de karasularını 6 milden 12 mile çıkararak, Ege Denizi’ndeki dengeyi bir kere daha tamamen kendi lehine döndürebileceğini ve Ege Denizi’ni bir Yunan gölü haline çevirebileceğini düşünmektedir. Yunanistan’ın bu tutumu da uluslararası hukuka aykırıdır. Her şeyden önce uluslararası hukuk karasuları için 12 mili maksimum bir uzunluk olarak kabul etmektedir.
Atina’nın sıklıkla dile getirdiği BM Deniz Hukuku Anlaşması bile bir ülkenin karasularının uzunluğunu ancak 12 mile kadar çıkartabileceğini kaydederek, 12 milin bir zorunluluk değil maksimum bir uzunluk olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Ayrıca uluslararası hukukta yarı kapalı denizler tanımı bulunmakta, Ege Denizi coğrafi durumu ile kesin bir şekilde bu tanıma girmektedir. Yunanistan’ın Türkiye ile istişare etmeden Ege Denizi’nde tek yanlı kararlar alma hakkı bulunmamaktadır. Uluslararası Hukuk devletlerin anlaşmalardan doğan haklarını iyi niyetle ve hakkaniyete uygun olarak kullanmaları esasına oturmaktadır.
Yunanistan’ın Ege Denizi’nde ve Doğu Akdeniz’deki maksimalist yaklaşımları, adaları kullanarak Ege’de ve Akdeniz’de çok uzun bir kıyıya sahip olan 787 km2 büyüklüğündeki 80 milyon nüfuslu Türkiye’yi Ege ve Akdeniz’de kendi karasularına hapsetme politikasının ne “iyi niyet” ne de “hakkaniyetle” bir ilişkisi bulunmadığı açıktır. Ankara ile Atina arasında, Ege Denizi’nde Yunanistan’ın uluslararası hukuk tarafından desteklenmeyen hava sahasının genişliği ve FIR (uçuş bilgi bölgesi) sorumluluklarını egemenlik hakkı gibi kullanma eğiliminden kaynaklanan sorunlar da mevcuttur.
Yunanistan’ın uluslararası anlaşmalarla kendisine bırakılmayan ada, adacık ve kayalıklara sahip çıkması da Ankara tarafından kabul edilmemekte; Türkiye bu ada, adacık ve kayalıkların kime ait olduğunun her şeyden önce Ankara ile Atina arasında görüşülmesi gerektiğini savunmaktadır.
Yani Ege Denizi’nde kıta sahası dışında, Yunanistan’ın karasularının ötesinde 10 millik hava sahası iddiası, FIR sorumluluğunu istismar etmesi ve Lozan ile Paris Anlaşmalarıyla kendisine bırakılan adaları, bu anlaşmaları ihlal ederek silahlandırması, kendisine ait olmayan adalar üzerinde hak iddia etmesinden doğan sorunlar da yaşanmaktadır.
Ege Denizi’nde çok uzun bir zamandan beri yaşanan sorunları, iki tarafın 1970’lı yıllarda yaptığı sismik araştırmaları, Yunanistan’ın Ege sorunlarını uluslararasılaştırma çabalarını, sonunda Bern ve Davos Mutabakatlarını kabul etmek zorunda kalmasını gayet iyi hatırlıyoruz. Bunlardan ders almayan Atina’nın şimdi Doğu Akdeniz’de benzer sorunlar çıkartması ve bu kez Türkiye’yi Akdeniz’de karasularına sıkıştırma macerasına girişmesi iki ülke ilişkileri için olduğu kadar Batı ittifakı ve bölge dengeleri için gerçekten talihsizliktir. İyi ilişkiler kurmak ve sorunları görüşerek çözmek iki ülkenin de lehinedir.
Türkiye ve Yunanistan’ın Ege Denizi ile Akdeniz’de karşılaştıkları durumun önemli bir farkı da Ege’nin iki ülkenin paylaşması gereken bir deniz olmasına karşılık, Akdeniz’de çok sayıda oyuncu ve deniz sınırı bulunmasıdır. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi bu durumu başından beri istismar etmeye çalışmaktadır. Atina’nın konuyu Türkiye ile görüşmek yerine Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi kendi aklınca “yalnız” bırakma politikası gütmesi sorunların temelinde yatan bir yanlışlıktır ve Yunanistan’ı hiçbir yere götürmeyeceği çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin Ege’den farklı olarak Akdeniz’de çok oyuncunun bulunduğunu görmesi Yunanistan’ı daha da köşeye sıkıştırmakta ve Atina’nın oyununu çökertmektedir.
Atina’nın Türkiye ile olan deniz yetki alanları sorunlarını iki ülke arasında değil de Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sorunlarmış gibi göstermeye ve kabul ettirmeye çalışması da bugüne kadar Yunanistan’a, ara sıra bazı AB yetkililerinden aldığı sözde “dayanışma” mesajları dışında fazla bir şey kazandırmış gibi görünmemektedir. Atina ne kadar önce Doğu Akdeniz ve Ege’deki denizlerden kaynaklanan sorunları Türkiye ile görüşerek ve Türkiye’nin haklarını kabul ederek çözmek zorunda olduğunu kabul ederse iki ülke arasındaki tansiyonun düşürülmesi de o kadar kolay olacaktır. Atina’nın AB ülkelerinin çoğunluğunun Yunanistan’ın deniz yetki alanları konusundaki maksimalist yaklaşımlarını desteklemek istemediğini anlaması gerekmektedir.
Aynı şekilde Kıbrıs Rum Yönetimi’nin de bu konularda Kıbrıs Türklerini muhatap alması ve ada çevresindeki denizlerle ilgili kararların iki toplum tarafından birlikte verilmesi zorunludur. Kıbrıs Türkleri Ada çevresindeki zenginliklerden Kıbrıs Rumları kadar faydalanmak hakkına sahiptir ve Kıbrıs Rumlarının muhatabı Kıbrıs Türkleridir. Kıbrıs Rumları Türk tarafının bu konuda yaptığı önerileri ne kadar önce kabul ederse herkes için o kadar iyi olacaktır.
Ege ile Doğu Akdeniz’deki durumun önemli bir farkı da Ege Denizi tabanında petrol ve doğal gaz bulunabileceği yönündeki tahminlerin şimdilik arka plana düşmesi, buna karşılık Doğu Akdeniz’in hidrokarbon kaynakları bakımından zengin olduğunun ortaya çıkmasıdır. Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar, Doğu Akdeniz’deki zenginlikleri Akdeniz’e en uzun kıyısı olan Türkiye’yi ve Ada’daki Kıbrıs Türklerini dışlayarak faydalanamayacaklarını anladıkları an Doğu Akdeniz’deki sorunların çözümü konusunda önemli bir ilerleme sağlanmış olur. Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye izlediği tutum ve deniz yetki alanları politikasıyla zaten buna gayret göstermektedir. Yunanistan’ın Mısır’dan sonra Lübnan ve Suriye gibi ülkelerle de deniz sınır anlaşmaları imzalayabileceği iddiası basında yer almıştı. Böyle bir durum söz konusu mudur?
Yunanistan’ın maksimalist deniz yetki alanları iddiasında bile Lübnan ve Suriye ile deniz sınırı bulunmamaktadır. Yunanistan’ın iddia ettiği deniz yetki alanının Adriyatik Denizinde Arnavutluk ve İtalya; Akdeniz’de Libya, Mısır, Kıbrıs Adası ve Türkiye; Ege Denizi’nde Türkiye ile sınırı bulunmaktadır. Bu çerçevede de Yunanistan’ın deniz sınır anlaşması imzalayabileceği ülkeler sadece bu ülkelerdir. Yunanistan şimdiye kadar sadece İtalya ve Mısır’la deniz sınır anlaşması imzalayabilmiştir. Libya’da Hafter ile görüştüğü iddiaları bulunmaktadır. Bu yola gitmesi halinde Yunanistan’ın Birleşmiş Milletleri yok sayacağı ve tepki göreceği açıktır.
Yunanistan’ın çok uzun bir süredir müzakereler yürüttüğü Mısır’la imzaladığı anlaşma bile Yunanistan’ın iddia ettiği Yunan-Mısır deniz sınırının sadece bir bölümünü kapsamaktadır. Bu durum Yunanistan’ın Meis Adasını kullanarak ele geçirmeye çalıştığı deniz yetki alanlarından vazgeçtiği veya Mısır’a kabul ettiremediği yorumlarının yayılmasına yol açmıştır. Yunanistan, Adriyatik Denizinde maksimalist iddiaları nedeniyle Arnavutluk’la da deniz anlaşması imzalayamamıştır. Yunanistan’ın İtalya ile anlaşma imzalayabilmek için önemli tavizler verdiği yorumları da bulunmaktadır.
Adalara deniz yetki alanları iddiasında bulunan Yunanistan yerine Türkiye ile bir anlaşmaya varmak Mısır’ın lehinedir. Libya, Türkiye ile deniz sınır anlaşması imzalayarak, Yunanistan’ın hak iddia ettiği büyük bir deniz yetki sahasına sahip olmuştur. Sisi’ye rağmen Mısır halkının Yunanistan’a deniz alanı kaybetmek istemeyeceğini düşünmek mümkündür. Esasen Yunanistan’ın Mısır’la deniz sınırı bulunmamaktadır. Akdeniz’in bu bölümü Türkiye tarafından kendi deniz alanı olarak zaten ilan edilmiştir. Ankara bu çerçevede Yunanistan-Mısır deniz sınır anlaşmasının yok hükmünde olduğunu açıklamıştır.
Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de hak iddiasında bulunduğu deniz alanının doğu sınırında Kıbrıs Adası ve Türkiye bulunmaktadır. Atina’nın Kıbrıs Rum Yönetimi ile bir anlaşma imzalaması ise mümkündür. Ancak, bu durum Ankara tarafından Kıbrıslı Rumların Kıbrıs Türklerini yok farz ederek ada çevresindeki denizlerle ilgili kararlar aldığı tezini daha da güçlendireceği gibi, Ankara tarafından yok sayılacaktır. Ayrıca Yunanistan ve Rumların böyle bir adımının Kıbrıs’ta zaten çok zor durumda olan görüşme sürecini, masa başında çözüm isteyenleri daha da güç duruma sokacağı, Türkiye’nin Kıbrıs politikasını gözden geçirmesini ve temelden değiştirmesini savunanları haklı kılacağı da açıktır.
Kıbrıs Rum Yönetimi ise zaten Mısır, İsrail ve Lübnan’la deniz yetki alanları anlaşmaları imzalamıştır. Bildiğim kadarıyla Kıbrıslı Rumların Lübnan’la imzaladığı anlaşma Lübnan Meclisine onaylanmamıştır ve yürürlükte değildir. Kıbrıs Rum Kesimi-Lübnan deniz anlaşmasının Lübnan Meclisi tarafından onaylanması, hele Lübnan’ın içinden geçtiği şartlar dikkate alındığında, çok olası gözükmemektedir. Batı’daki “akıl hocalarının” ve “patronlarının” Kıbrıs Rum Yönetimine Suriye ile bir deniz anlaşması yapma “izin vermesi” ise kolay görülmemektedir.
Bütün bu tablo Yunanistan’ın ve Kıbrıslı Rumların bir an önce uyuşmaz tutumlarından ve Türkiye’yi kendi akıllarınca “köşeye”; belki “karasularına” demek daha doğru; sıkıştırmak politikasından ve Kıbrıs’ı bir Rum adası olarak görme “alışkanlıklarından” vazgeçmelerini zorunlu hale getirmektedir. Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların deniz yetki alanları sorunlarını Türkiye ile Kıbrıs Türkleriyle konuşarak, diyalog yoluyla çözmeleri gerektiğini görmeleri zorundadır.
Yunanistan’ın istediklerini elde edebilmek için AB hatta tüm Batı ile Türkiye’yi karşı karşıya getirme politikası işliyor mu?
Tam işlediğini söylemek herhalde zor. Tersine Yunanistan’ın son AB Bakanlar Konseyi toplantısından sonra aklını başına alması gerektiği bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor gibi. AB içinde Fransa gibi ülkelerin Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarını, tamamen kendi çıkarları çerçevesinde, destekler gibi gözüktükleri zaten biliniyor. Ama AB içindeki birçok ülkenin Yunanistan’ın deniz yetki alanları konusundaki uluslararası hukuka da uymayan maksimalist politika ve davranışlarından “bıkkınlık” duyduğu da ortaya çıkıyor.
Son AB Bakanlar Konseyi toplantısı sırasında, arka planda Yunanistan’la Almanya arasında görüş ayrılıkları çıktığı, Almanya’nın Yunanistan’ın Türkiye’ye “yaptırımlar” uygulanması isteklerini kabul etmediği, Yunanistan’ın Konsey bildirisinde Yunanistan-Mısır deniz sınır anlaşmasına destekler yönde atıfta bulunulması isteğini de geri çevirdiği biliniyor. Ege ve Doğu Akdeniz konusunda kendi halkına devamlı kasıtlı ve yanlış haberler veren Atina’ya rağmen bu durumun bütün açıklığıyla Yunan basının da bile yer alması Yunanistan için Batı ülkelerini ve AB’yi “aldatma” politikasının istediği ölçüde işlemediğini gösteriyor.
14 Ağustos günü Alman Hükümeti ve Dışişleri Bakanlığının yaptığı açıklamaların gerçekleri gören Yunanlılarda “şaşkınlık” yaratmaması herhalde imkansız. Almanya’nın AB Bakanlar Konseyinin Beyaz Rusya gündemi ile toplandığı, daha önce de olduğu gibi, isteyen üye ülkelerin başka konuları da açabilecekleri ve toplantıda Türkiye ile ilgili karar alınmayacağı açıklaması Yunan Hükümeti’nin kendi halkına söyledikleri ile ters düşmektedir. Berlin’in, Almanya’nın arabuluculuk yaptığı ve Doğu Akdeniz’de tansiyonu düşürmeye çalıştığı bir sırada, Atina’nın kendisine haber vermeden Mısır’la bir deniz anlaşması imzalamasından hiç de memnun olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Aynı şekilde Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın ABD’lı meslektaşı ile Viyana’da yapacağı görüşmeyi Yunan halkına adeta ABD’nin Yunanistan’ı destekledi şeklinde “pompalanmış”, Yunan halkı yine kandırılmaya çalışılmıştır. Yunanistan Dışişleri Bakanının geç kalmış bir şekilde AB toplantısı, Pompeo ile görüşmesinden sonra “barış yanlısı” kesilmesi, “iyi niyet” mesajları vermesi herhalde tesadüf eseri değildir ve Atina’nın istediklerini alamadığını göstermektedir. Dendias-Pompeo görüşmesini, bu görüşmeden önce, sanki ABD Yunan tutumunu destekliyor gibi gösteren Atina’nın Pazar günü yapılacak Çavuşoğlu-Pompeo görüşmesini kendi halkına nasıl anlatacağı ve izah edeceğini doğrusu ben de merak ediyorum.
Yunanistan’ın önündeki tek geçerli yol Türkiye ile Ege ve Doğu Akdeniz sorunlarını doğrudan görüşmesi ve Türkiye’nin bu denizlerdeki haklarını kabul etmesidir. Yunanistan’ın, bütün tarihi boyunca yaptığı gibi, Batı’nın desteği ile aşırı istediklerini elde etme politikası Ege’de olduğu gibi şimdi de Doğu Akdeniz’de işlememektedir ve Türkiye denizlerdeki haklarını hakkaniyet çerçevesinde korumak konusunda kararlı gözükmektedir. Tabii Batı da “Filhelenler” hala mevcuttur, Cumhurbaşkanı Macron gibi Batı Dünyasının genel menfaatlerine aykırı olsa bile, şu veya bu sebeple, Yunanistan’daki aşırıların peşinden gidecekler bulunmaktadır ve tarih bunu bize çok açık bir şekilde defalarca göstermiştir. Bu yüzden Türkiye’nin Ege’de olduğu gibi Doğu Akdeniz’de dikkatli, güçlü ve kararlı olması gerekmektedir.
Yunanistan çok uzun bir zamandır deniz yetki alanları konusunda maksimalist bir politika izlemektedir. Atina’nın bu maksimalist tutumunu uygulama koymada karşılaştığı sorun uluslararası hukukla da uyuşmayan bu politikalarına Türkiye’nin verdiği tepkidir. Atina ve dış destekçileri Yunanistan’ın askeri, ekonomik ve siyasi bakımdan Türkiye ile boy ölçüşemeyeceğini çok iyi bilmektedir. İşte bu yüzden bütün siyasi tarih boyunca her konuda yaptığı gibi, şimdi bu sorunu da uluslararasılaştırmaya, Batı’yı arkasına almaya ve sorun sanki Türkiye ile Batı (hatta Dünya) arasında bir meseleymiş gibi davranmakta çalışmaktadır.
Denizlerle ilgili aşırı Yunan tezleri uluslararası hukuk tarafından desteklenmemekle birlikte, Atina, Batı’da yaygın filhelenizm başta olmak üzere, “İslam düşmanlığı”, “Türkiye karşıtlığı” veya başka sebeplerle, bazı ülkelerden veya bu ülkelerdeki kesimlerden destek bulabilmekte, “filhelen” gruplar ve kişileri harekete geçirebilmektedir. Bütün Türk-Yunan siyasi siyasi tarihi ve Kıbrıs’ta 1950’lerden bu yana yaşadıklarımız bize bu çerçevede çok dikkatli olmamız gerektiğini göstermektedir.
Yunanistan’ın uluslararası hukukun kendi lehinde olduğu ve deniz yetki alanları sorununu Uluslararası Mahkeme yoluyla çözümlemeyi önerdiği hususuna ne diyorsunuz?
Tam tersine uluslararası hukuk küçük adaların deniz yetki alanları olmadığı ve ülkelerin kıtalarının esas alınması konusundaki Türkiye tezine destek verir şekilde gelişmektedir. Kaldı ki Türkiye ile Yunanistan arasında denizden kaynaklanan sorunlar sadece kıta sahanlığı ve deniz sınırının çizilmesi de değildir. Ege Denizi’nde deniz ve hava sahasında Yunanistan’ın uluslararası hukuku açıkça çiğneyen birçok uygulaması bulunmaktadır. Bildiğim kadarıyla Türkiye bütün bu sorunların, Yunanistan’ın Lozan ve Paris Anlaşmalarına aykırı olarak Ege Adalarını silahlandırılması konusunu da dahil bir paket olarak, Türkiye ve Yunanistan arasındaki görüşmeler sonucu hazırlanacak bir tahkimname ile uluslararası mahkemeye götürülmesini zaten önermiştir. Bunu kabul etmeyen taraf Yunanistan’dır. Çünkü adalar, deniz ve havadaki uygulamalarının uluslararası hukuka ters düştüğünü çok iyi bilmektedir.
Yunanistan bugün düzensiz göç konusuyla mücadelede de uluslararası hukuk, teamül ve uygulamaları çiğnemekte, bu konuda da Avrupa’daki tepki büyümektedir. Yunanistan’ın uluslararası hukuka saygı duyan ve ön plana çıkartan bir ülke olmadığı açıktır. Bunu Batı Trakya’daki Yunan uygulamalarından da biliyoruz. Düzensiz göç konusu tek başına Türkiye’nin bir sorunu değildir, düzensiz göçün kaynağı ülkelerdeki sorunlar Türkiye tarafından yaratılmamıştır. Uluslararası hukuktan bahsedebilmesi için Atina’nın ilk önce her konuda uluslararası hukuka uyması ve ön plana çıkartması gerekmektedir.
Denizden kaynaklanan sorunlar olunca Doğu Akdeniz’den çok bahsediyoruz. Bu sorunlar sadece Doğu Akdeniz’de mi var?
Hayır. Denizler önem kazandıkça ülkeler arasında deniz sınırlarının çizimi ve denizden kaynaklanan sorunlar da dünyada büyüme eğiliminde görünüyor. Bunun iyi bir örneği Güney Çin Denizi; Çin’in Vietnam, Filipinler, Malezya gibi ülkelerle yaşadığı sorunlardır. Japonya’nın da komşularıyla ada ve denizden kaynaklanan sorunları vardır. Bugün “filhelenizm”, “birlik dayanışması”; şu veya bu sebeplerle, adil olmayan ve haksız bir şekilde Yunanistan’a destek çıkanlar, dünyanın başka yerlerinde büyüyen deniz sorunlarında istemedikleri tarafların tezlerine ve görüşlerine destek verdiklerini de artık düşünmek zorundalar.