"Umut verip geldiler; ülkeyi tükettiler"-Taraf Gazetesi-Mensur Akgün
Dr. MENSUR AKGÜN* / Başlığın patenti bana ait değil, KKTC’de bugün yapılacak seçimlerde yüzde 45’e yakın oy alması beklenen ana muhalefet partisi UBP’nin web sayfasından aldım. Belli ki CTP’yi kast ederek kaleme alınmış.
Umut, bariz bir şekilde AB üyeliği ve çözüm anlamına geliyor. Ülkenin tükenmesi ise pek de fazla gerçeği yansıtmıyor. Zaten yansıtsa da tüketenlerin CTP iktidarı olduğunu söylemek zor.
Dünyadaki kriz, mülkiyet devrini durdurmak için Rumların açtığı davalar varken CTP iktidarına pek de fazla iş düşmemiş olmalı. CTP’nin asıl sorunu 24 Nisan 2004’deki eş zamanlı referandumlardan sonra manevra yapamamış olması. CTP seçmeninden hâlâ AB üyeliği için oy istiyor, hâlâ eski CTP lideri yeni Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat müzakerelerin iyi gittiğini, yakında çözüme ulaşılacağını söylüyor.
Oysa adada seçmen AB’den umudunu kesti, üyeliğin iyi bir şey olup olmadığı konusunda bile kararsız. Karşısında verdiği hemen hiçbir sözü yerine getirememiş bir AB var. Üstelik de CTP’nin en büyük siyasi şansı olan Denktaş artık aktif siyasetin içinde değil. Çözümün önünde Türkiye ile birlikte engel olarak dikilmiyor. Türkiye de değişti. Eskisinden farklı olarak için için taksim isteyen, çözüm olmasın diye sürekli eşik yükselten bir Türkiye yok karşılarında.
Rum tarafının da foyası ortaya çıktı. Seçmen şimdi Rumların çözüm istediğine inanmıyor. Papadopulos’un bir sapma, bir istisna olduğu düşüncesi de Kıbrıslı Türk seçmene pek ikna edici gelmiyor. Papadopulos gitti, yerine her ne kadar zamanında Annan Planı’na hayır demiş olsa da uzlaşmacı olarak Hristofyas geldi ama aylardır yapılan müzakerelerde ciddiye alınacak bir ilerleme kaydedilemedi. CTP’nin seçmeni sorunun kendileri ve Türkiye kadar karşı taraftan da kaynaklandığını gördü.
Ayrıca, UBP de, Serdar Denktaş’ın DP’si de çözüme karşı değil. UBP’nin seçim bildirgesinde çözüm sürecine destek içeren, çözümün parametrelerini tarif eden, iki toplum yerine iki devletin bir araya gelmesini savunan maksimalizmini saymazsanız, bundan önce Kıbrıs Türkleri tarafından benimsenen Annan Planı ile büyük ölçüde örtüşüyor. Bildirge uzlaşmacı ama teslimiyetçi olmayan bir üslup ve yaklaşımla kaleme alınmış. Yani CTP’nin en önemli kozunu elinden almış.
UBP çözüm getirebilir mi?
Ergenekon tutanakları da Kıbrıs Türklerini pek etkileyeceğe benzemiyor. Yıllardır ölümle burun buruna yaşayan, çoğu 1964-74 arası dönemde yer altı direnişinde yer almış, mücadelede yakınlarını kaybetmiş, derin devletle yıllarca iç içe yaşamış, Eoka’nın her türlüsünü görmüş Kıbrıslıları bu tür belgeler de pek fazla etkilemiyor.
Onlar zaten askerlerin Kıbrıs sorununu kullanarak darbe yapmaya çalıştığını, Türkiye’nin seçimlere müdahale ettiğini, en özgürlükçü dönemde bile bir Şaban Dişli operasyonu ile adada koalisyon bozulduğunu biliyor. Yargısız infazlar onların yabancısı değil. Yani Kıbrıslı Türkler derin devletin ya da devletlerin varlığına da aşina, eylemlerin açığa çıkması onları şaşırtmıyor.
Adada sürekli yeni toplu mezarlar ortaya çıkıyor, zamanında kuyuya atılmış cesetlerden arta kalanlar bulunuyor. Kıbrıslı Türkler Ergenekon tipi örgütlenmelerin kendilerini kullanmaya kalktığının, örtülü operasyonlar yaptığının, siyasi liderlerinin evlerinin bombalanıp, kurşunlandığının da farkında. Daha toplumlar arası çatışmalar başlamadan olanları bile yazılanlardan okuyorlar.
Bizi, Türkiye’de yaşayanları, sorunun çözülmesini isteyenleri ise hem UBP’nin iktidara gelme olasılığı, hem de Ergenekon’un ada maceraları şaşırtıyor. UBP iktidara gelirse çözüm olmaz diye düşünüyoruz. AB üyeliğimizin önündeki Kıbrıs engeli kalkmaz diye çekiniyoruz. Ergenekon’un ada müdahalelerinin ortaya çıkmaya başlamasına, UBP başkanı Eroğlu’na zamanında destek verdiklerinin anlaşılmasına rağmen UBP’nin iktidar olabilme olasılığı KKTC’de yapılan seçimlerle her zamankinden daha fazla ilgilenmemize yol açıyor.
UBP tek başına iktidarı ele geçirebilir mi bilinmez, ama eğer bir son dakika mucizesi yaşanmazsa bu akşam itibarıyla kendini birinci parti olarak tescil ettirme olasılığı gerçekten de güçlü. 50 üyelik Cumhuriyet Meclis’inde iddia ettikleri gibi 26 sandalyeyi alabilirler mi bunu akşam geç saatlerde öğreneceğiz.
Ancak şu an itibarıyla bildiğimiz çözümün KKTC seçimlerini Cumhurbaşkanı Talat’ın partisi CTP bile kazansa Rum tarafının çözüm konusundaki görüşlerinin kolay kolay değişmeyeceği, müzakerelerin seyri üstünde çok da fazla etkili olmayacağı.
Alexander Lordos, Erol Kaymak ve Nathalie Tocci tarafından CEPS için yapılan son araştırmada (A People Peace in Cyprus, CEPS, Brüksel, 2009) Rumların yüzde 80’i çözümün üniter devlet yapısı çerçevesinde bulunmasını isterken, müzakereler aslında 1977 Doruk Anlaşması’ndan bu yana federasyon prensibi üstünden yürüyor. Kıbrıslı Rumların sadece yüzde 19’u yapılacak referandumda liderlerin üstünde uzlaşmaya varacağı bir metne kesinlikle evet diyeceğini söylüyor.
Aynı araştırmada güvenlik garantileri, mülkiyet, iki kesimlilik, Türkiye’den gidip adada yerleşmiş ve KKTC vatandaşı olmuş insanların geleceği konusunda da Rumların beklentileri ile Kıbrıs gerçekleri arasındaki makas açık. Mesela geride bırakılmış gayrimenkuller konusunda Rumların yüzde 91’i iade talep ediyor ki bu talebin karşılanması KKTC topraklarının en az yüzde 50’sinin Rum malı olması yüzünden imkânsız.
Çözümün anahtarı Türkiye
Adada bir yıldır süren yeni müzakere sürecinde bir uzlaşmaya varılsa dahi bu uzlaşmanın referandumda kabul edilebilir olması için nihai çözümün Rumların istediği gibi olması şart. Bu da müdahalesini beklediğimiz ABD gibi üçüncü tarafların Rum tarafı değil Türk tarafı ve Türkiye üstünde baskı kurmaya kalkışması demek. Ancak bunun da bir limiti var, nihayetinde Kıbrıslı Türklerin de CEPS raporuna göre sadece yüzde 30’u liderlerine referandum için açık çek veriyor.
Dolayısıyla KKTC seçimlerine duyduğumuz ilginin nedeni çözümse, iktidara gelecek parti ya da partilerin çözüm sürecini olumsuz etkileyeceğinden, Türkiye’nin AB ile müzakerelerindeki engelin kalkmayacağından çekiniyorsak, ilgimizi başka yerlere yoğunlaştıralım. Çözümün anahtarı Kıbrıslı Türklerin değil Türkiye’nin elinde. Rumlar Türkiye’yi müzakere sürecinde köşeye sıkıştırdıklarına inandıkları sürece uzlaşmaya yanaşmayacaklardır.
Halbuki Türkiye isterse tüm parametreleri değiştirebilir, köşeye sıkışmadığını gösterebilir. Kıbrıslı Türklere 1964’den bu yana konan ambargolar ile Türkiye’nin AB ile gümrük birliğinden doğan sorumluluklarını yerine getirmesi arasında kurulan siyasi bağın çözüm sürecine destek gerekçesiyle tek taraflı olarak kaldırılması, hatta çözüme kadar geçecek süre içinde Rum tarafında da bir büyükelçilik ya da diplomatik temsilcilik açılabileceğinin ilan edilmesi bütün dengeleri altüst eder.
Liman ve havaalanlarının Rum gemi ve uçaklarına gümrük birliğinden doğan yükümlüğümüzü yerine getirmek için açılması Ceyhan’a gelen petrolün Rum tankerlerince taşınması, Kıbrıslı Türklerin canı acırken Rumlara yeni bir pazar açılması anlamına gelmez. Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti bayraklı gemi ve uçaklara sadece gümrük birliği bölgesinde üretilen malların taşınması için izin verecektir. Kaldı ki denizcilikte de mülkiyet ile bayrak arasında doğrudan bağlantı yoktur.
Kıbrıs bayrağını limanda görmek de Rumların adanın tümü üstündeki egemenlik iddiasını tanımak demek değildir. Ayrıca Türkiye zaten Kıbrıs Rum Yönetimin kendi kontrolü altında tuttuğu topraklar üstündeki egemenliğini tanıdığını 29 Temmuz 2005’de Ankara Antlaşmasına Ek Protokolü kabul ederken yaptığı altı maddelik deklarasyonun 3. maddesinde dünyaya ilan etmiştir. AKP isterse bunun devamı olarak, belki CHP ve MHP ile de uzlaşarak, güneyde temsilcilik açabileceğini de dünyaya ilan edebilir.
Unutmayalım ki Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de tanımaktadır. Tanımadığı adanın tümü üstündeki egemenlik iddiasıdır. Denebilir ki Rumlar böylesi bir teklifi kabul etmez, AB başka gerekçeler bulabilir, Fransa ve Almanya yine engel çıkartır. Doğrudur, ama böylesi bir diplomatik açılım çözüm çerçevesindeki ve AB içindeki tüm hesapları değiştirir. Herkesi ciddi bir şekilde düşünmeye zorlar, Türkiye’yi edilgen olmaktan çıkartır.