Skip to main content

Uzlaşmayız biz... | Ali Bayramoğlu | Yeni Şafak

Mensur, Cahit ve ben çocukken iyi arkadaştık. Evlerimiz yan yanaydı. Her öğleden sonra bizim arka bahçede buluşur; incir, nar ve erik ağaçları arasında düşe kalka oynardık. Gelibolu'da yaz günleri bu oyunlarla geçerdi.

Mensur (Akgün), bugün Kültür Üniversitesi öğretim üyesi. Cahit ise uzun süre balıkçılık yaptı. Bir gün vurgun yedi, Gökçeada'ya yerleşti ve dalgıçlık dersleri vermeye başladı.

Mensur'un babasının çarşıda dükkânı vardı. Cahit'in iri yarı babası ise bir benzin istasyonu işletirdi.

1965 seçimleri öncesi olmalı, 8-9 yaşlarımdaydım...

Evde anneannem, dedem, annem ve dayılarım arasında geçen ve kulak kabarttığım sohbetlerde, Cahit'in babasının iflasın eşiğine geldiği ya da zor durumda bulunduğu konuşulurdu. Seçimleri Adalet Partisi kazanmazsa işinin çok zor olduğunu ya da sıkıntısını atlatması için Adalet Partisi'nin seçimleri kazanması gerektiğini söylerlerdi.

O yaz bu konuşmalardan çok etkilenmiştim...

Ayrıntılarıyla hatırlıyorum...

Seçimlerle, Adalet Partisi'yle Cahit'in babasının işleri arasındaki bağlantıyı doğru dürüst kuramaz, hatta gizemli bulurdum...

Ama asıl Cahit ve annesi İsmet Teyze için çok üzülür, geceleri uyumadan seçimleri Adalet Partisi'nin kazanması için dua ederdim...

Trakyalı bir çiftçi ailesi olarak bizimkiler İsmet Paşa'yı tutardı... Ama benim gönlüm ve dualarım İsmet Teyze, Cahit ve babasından yanaydı...

Hayal meyal hatırladığım 1960 İhtilali, idamlar, korku, şiddet hisleri bir yana, siyaset hakkındaki ilk fikrim sanırım böyle oluştu...

Bir yanıyla, anılar ve anıların kokusu, kişilik oluşması, dostluk, dışa dönük ilk çocukluk endişelerinin tasviri bakımından güzel görünür bu tablo...

Ama diğer yanıyla baktığınızda "çocukta oluşan siyaset fikri"nin "ahlak" sınırlarını ne denli zorladığını gösterir. Bu ilk fikirde siyaset ve kişisel fayda arasında bire bir ilişki vardır, siyaset neredeyse kişiye özeldir... İlke, hizmet, kural bu fikre oldukça uzak durur.

Siyasetle bu şekilde karşılaşma, tanışma hâli aslında hazindir.

Hazindir; ama Türkiye için gerçektir. Daha doğrusu, siyaset, "siyasi parti, fayda, çıkar ve umut" arasındaki ilişkilerden oluşan bir gerçekliği kuşatır...

Garip sosyalleşme biçimidir bu. Faydaya, çıkara endeksli, bir şekilde yakınlıkları, aidiyeti öne çıkaran bir siyasi kültüre işaret eder...

Benim kuşağımda ve benden önceki kuşaklarda muhtemelen hemen herkes siyasetle benzer bir tanışma sürecinden geçmiştir.

Genç kuşaklar da benzer karşılaşmalardan nasiplerini aldılar, alıyorlar...

Türk siyasi hayatına, siyasi partilerin işlevlerine, siyaset etrafında dönen tartışmalara, beklentilere, seçmen davranışlarına bakıldığında bu kültür, egemenliğini alabildiğine sürdürür Türkiye'de...

Siyaset bizde hâlâ kişinin kendi özel alanını genişletmesi faaliyeti olarak algılanır.

Kişinin özel alanını genişletmesi, yani imkânlarını artırması ya da karşılıksız imkân sağlaması ise ait olduğu, ait hissettiği cemaatin, kesimin ya da topluluğun yaşam sahasını, diğer gruplar karşısında ve onların aleyhine genişletmesiyle mümkün olur...

Bu ise kişilerin özel alanlarını genişletebilmek için topluluklarına sıkı sıkıya bağlı olmalarını, dahası topluluğun içindeki merkez ya da şefe biat etmelerini, imkânlarını artırabilmek için o merkeze yakın durmalarını gerektirir...

Bunun içindir ki toplumsal hayatın her seviyesinde (ister sanatçı, ister gazeteci, ister memur, ister dindar, ister laik) herkesin bir topluluğu olmak zorundadır, herkes bir topluluk içinde yer almak durumundadır...

Ataerkilliğin ağır ve modern bir türüdür bu...

Peki, siyasi parti yapıları, tercihleri, politikaları, kadrolaşma esasları ve tartışmaları arkasında bir ölçüde bunlar yatmıyor mu?

Hatta siyasi dosyada, her reform meselesinde, her rekabette bu siyasi kültürden gelen korkularımız, beklentilerimiz bulunmuyor mu?

Bence biraz öyle...

Zira 'biz', uzlaşma fikrine yabancıdır...

Uzlaşmayla yol almaya da yabancıdır...

Ankara'ya bakın görürsünüz bunu...

For reading the article in original newspaper click here.